Notre Dame’ın bazı kısımlarının yıkılmasına sebep olan yangın, insanlığın kültür, sanat ve mimarlık alanındaki eserlerini el üstünde tutan herkesin içini sızlattı. Yangının sebepleriyle ilgili soruşturmanın sonuçlanması zaman alacak olsa da, kulede devam eden çalışmalardan kaynaklandığı anlaşılıyor. Ancak şurası açık ki, kemer sıkma politikalarının ve kamu harcamalarında bunu takip eden kesintilerin yangında önemli payı var.
Katedralde acil restorasyon çalışmasına ihtiyaç olduğu uzun zamandır biliniyordu. Duke Üniversitesi’nden mimarlık tarihçisi Caroline Bruzelius, 40 sene kadar önce, Notre Dame’ın genelde ziyarete açık olmayan kısımlarını görme fırsatı olduğunu söylüyor. Foreign Policy dergisinde yayınlanan söyleşisinde, durumun daha o zamandan vahim olduğunu belirtiyor:
...bina içinde yürürken normalde görmediğimiz kısımlarda acil restorasyona ihtiyaç vardı; özellikle kemerlerle çatının üst kısımlarındaki dev ahşap iskeletten bahsediyorum. Bu kısımların malzemesi çok eski. Yüzyıllar boyu yazları ısınıp kış aylarında donan ahşap haliyle çok çabuk yanar hale gelmiş, yangının bu kadar dehşetli biçimde büyümüş olması da bundan.
Katedraldeki restorasyon çalışmaları, neden Bruzelius’un tespitlerinin üzerinden neredeyse 40 sene geçtikten sonra başlatıldı diye sormak gerekiyor. Yıllar süren kesintilerin, ve kültürel miras alanlarının korunmasındaki ihmallerin kuşkusuz bu durumda payı var. Giderek derinleşen kemer sıkma politikaları çerçevesinde sanat ve kültür alanına ayrılan bütçelerin kesilmesi, kapitalizmin genel gerileyişindeki artan eğilimlerden biri. Eğitimden sağlığa, konuttan çevreye kadar, uygar bir yaşamı mümkün kılacak her alanda muazzam kesintilere gidiliyor ve bunlar sadece kâr mantığıyla işleyen özel girişimlere emanet ediliyor.
Fransız sendikaları konfederasyonu CGT’nin yayınladığı bir bildiride şöyle deniyor:
Bugün sanat tarihçilerinin, mimarların ve koruma sorumlularının, anıtların bakımına ve kültürel miras alanlarında güvenlik standartlarının sağlanmasına yeterli kaynak tahsis edilmemesinden duydukları öfkeyi açıkça ifade etmeleri hiç şaşırtıcı değil. … Yangının neden çıktığını henüz bilmiyoruz ama emin olduğumuz bir şey var: insani ve mali kaynaklarda sürekli yapılan kesintiler, anıtların, işçilerin ve ziyaretçilerin güvenliği açısından son derece zararlı sonuçlar doğuruyor. Mevcut durumda, bizleri başka üzücü olayların da beklediği muhakkak.
Macron’un ve Aşırı Zengin Dostlarının İkiyüzlülüğü
Macron şimdi Notre Dame trajedisini ve hem Fransa’da hem de dünya çapında sıradan çalışan insanların ifade ettiği derin üzüntüyü kendi siyasi ihtiyaçlarına alet ediyor. Yangından, ülkeyi birleştirecek bir hadise olarak söz etti, ve “şimdi siyaset zamanı değil” diye ekledi. Halbuki kendi, siyasetin en kötüsünü yapıyor: Popülerliğini artırmak için milyonların içini sızlatan bir olayı istismar ediyor. Notre Dame trajedisi, Fransa’nın bu sembolü etrafında “ülkeyi birleştirmek” ve işçilerle gençlerin radikalleşmesinin önünü kesmek için kullanılıyor. Fakat Macron ne yaparsa yapsın, kemer sıkma ve özelleştirme yolunda attığı adımlar sonucunda aleyhinde kabaran öfkeyi gizleyemez. Sarı Yelekliler hareketi, ona yönelik nefretin boyutlarını gözler önüne serdi.
Bu hazin olay etrafındaki riyanın kimilerinin tepksini çekmesi anlaşılır bir durum. Gucci ve Yves Saint Laurent markalarının sahibi Kering şirketinin yönetim kurulu başkanı François-Henri Pinault, Notre Dame’ın onarımı için 100 milyon avro bağışladı; Pinault ailesinin toplam servetininse 33 milyar avro olduğu tahmin ediliyor. Avrupa’nın en zengin adamı olduğu söylenen, LVMH Moët Hennessy Louis Vuitton’un yönetim kurulu başkanı Bernard Arnault 200 milyon avro bağışladı; o da tahminen 80 milyar avroluk servete sahip. Bettancourt ailesinin sahip olduğu kozmetik şirketi L’Oreal 200 milyon avro bağış yaparken, petrol şirketi Total 100 milyon bağışta bulundu. Büyük miktarlardaki bu bağışlar aslında söz konusu şirketlerin sahip olduğu servet denizinde birer kum tanesine denk düşüyor.
Büyük sermaye sahiplerinin Notre Dame için yaptığı büyük bağışlar bu insanların sahip olduğu servetin olağanüstü boyutlarını gösteriyor, nitekim bu durum gerek Fransa’da gerek dünya çapında dikkatlerden kaçmış değil. Bu bağışları yapan milyarderlere karşı dört bir yandan tepkiler yağıyor. Sarı Yelekliler hareketinin kurucu üyelerinden Ingrid Levavasseur şöyle diyor: “Notre Dame söz konusu olduğunda bir gün içinde dudak uçuklatıcı miktarda para toplayabileceklerini kanıtlayan bu büyük şirketlerin, toplumsal sefalet konusunda kıllarını bile kıpırdatmıyor olmaları sosyal medyada büyük tepki topladı.”
Ancak şunu kaydetmek lazım: Fransız şirketleri “kültür bağışlar”ında yüzde 60 oranında vergi iadesinden yararlanıyor.[1] Vergi yasalarındaki boşlukları bulup paralarını geri alırken bir yandan da şirketlerinin reklamını yapmakta her zaman mahir olan bu milyarder “hayırsever”lerin Paris’e para akıtmaya neden bu kadar hevesli oldukları böylece anlaşılabilir. Ama aynı insanlar, mesele işçilerin ücretini artırmaya geldiğinde birdenbire eli sıkı kesilirler. Mesele sağlık hizmetleri, eğitim, barınma hakkı olduğunda da paralarından ayrılmaya hiç hevesli olmazlar.
Bu milyarderlerin cömertliğine –keza cimriliğine– bel bağlamak zorunda olmamamız gerekiyor. Servetleri kendi alın terlerinin değil, onlar için çalışan milyonların emeğinin ürünü; dolayısıyla da asıl yaratıcılarına, yani işçi sınıfına iade edilmeli.
Kültürel Miras Dünyanın Dört Bir Yanında Tehdit Altında
Ancak, Notre Dame yangını büyük bir tarihî anıtın zarar gördüğü tek olay değil, yakın dönemde böyle birçok hadise yaşandı. Örneğin Brezilya’nın en eski ve en önemli tarih ve bilim müzesi geçen yıl Eylül ayında alevler içinde kalmış, tarihî değeri olan 20 milyon parça yok olmuştu. O dönem Brezilya devlet başkanı olan Michel Temer, genel kemer sıkma programının parçası olarak bilim ve eğitim alanındaki kesintileri yürürlüğe sokmuştu.
Nisan 2003’te Bağdat Müzesi’nin şehre giren ABD tankları eşliğinde yağmalanmasına tanık olduk. Kadim silindir mühürlerden oluşan koleksiyonun neredeyse tamamı çalındı, 15 bini aşkın eser kayıplara karıştı. Bir başka trajik olay, Suriye’deki antik Palmira kentindeki Baalşamin Tapınağı’nın IŞİD tarafından yıkılmasıydı. 2001’de ise, dünyanın en büyük iki Buda heykeli Taliban tarafından yok edilmişti.
İnsanlığın ortak kültürüne ait bu eserlerin hazin kaybı ne yazık ki Notre Dame kadar ses getirmemiş, şimdiki gibi bağış yapmaya hevesli olan milyarderler de çıkmamıştı.
Notre Dame, UNESCO’nun dünya mirası alanlarından biri. Savaşlar ve iç savaşlar yüzünden yok olan daha pek çok dünya mirası alanı var. Suudi rejiminin büyük rol oynadığı Yemen iç savaşı nedeniyle dünyanın en değerli İslami elyazmalarından bazıları tehlike altında. UNESCO, Yemen’deki önemli kültür mirası alanlarını koruma umuduyla bu alanların bulunduğu yerler konusunda Suudi rejimini bilgilendirdi, ancak Suudilerin buraları özellikle hedef aldığı anlaşılıyor. Bab el-Yemen'de yapılanlar bunun bir örneği. Macron’un Sana kenti için ağladığı görülmedi, hava saldırılarında Fransız silahları kullanıldığı için olsa gerek.
Tüm bunlar Macron’un, Fransız yönetici sınıfının ve uluslararası burjuva medyasının ikiyüzlülüğünü gösteriyor. Ancak bu durum, Paris’te yaşanan kaybı küçümsemeye götürmemeli bizi. Notre Dame katedrali, insanlık tarihinin, insan emeğinin bir ürünü ve insanlığın yaratıcılığına tanıklık eden bir eser. Biz, Katolik Kilisesi’ni veya Fransız devletini simgeleyen bir katedral yandığı için öfkeli değiliz; kapitalizm geçmiş kuşakların inşa ettiklerini korumadığı için öfkeliyiz.
Fred Weston’ın Notre Dame fire – capitalism destroying our historical heritage başlıklı yazısından kısaltılarak çevrildi. Yazıya dikkatimizi çeken Behiç Ak’a teşekkürlerimizle…