Makine-İnsan Hayali

20/4/2018 / skopbülten / Ali Artun

Alfred Jarry, bisikleti üstünde

 

Süpererkek/Makine-İnsan

Mehmet Koyunoğlu’nun açtığı son sergi, Makine-İnsan oldu.[1] Serginin fikri Alfred Jarry’nin 1902’de yayınlanan Süpererkek (La Surmâle) kitabından çıktı. Bilim,teknoloji ve mühendisliğin yüceltilmesinin bir yergisi olarak kaleme alınan kitapta, süpererkek, ya da makine-insan André Marcueil, sahnelediği değişik kahramanlık gösterileriyle bütün öteki makinelere meydan okur. Önce bisikletiyle bir lokomotifle yarışır ve onu geçer. Menzil 10.000 mildir ve süratin saatte 300 kilometreye vardığı olur! Aslında yarış, lokomotifle, beş sürücülü bir bisiklet arasındadır ve “Devridaim Besini”nin mucidi ünlü bir kimyager tarafından düzenlenmiştir. Kimyager alkol esaslı besini sayesinde insan mekanizmasının uzun yolda makineden üstün olduğunu kanıtlayacaktır. Ancak André Marcueil, gizliden gizliye katıldığı bu yarışta hem lokomotifi, hem de beş sürücülü bisikleti yaya bırakır. Davası, insan gücünün sınırlarından öteye, sayısal sonsuzluğa ulaşmaktır. İlerleyen günlerde Marcueil, efsaneleşmiş bütün rekorları kırarak, “bilimin gözetlediği” bir sahnede kimyagerin kızıyla peş peşe 82 kez birleşir! Bu mucize üzerine, “burjuva bilimi” Süpererkeğin bedenine aşk duygusu, makinesine bir ruh aşılamak tutkusuna kapılır. “Bu adam bir mekanizmaya dönüştüğüne göre, dünyadaki dengeyi sağlayabilmek için, şimdi de başka bir mekanizmanın bir ruh imal etmesi gerekir.” Bu amaçla, hemen oracıkta, iki saat içinde başka bir makine icad edilir ve Marcueil’e bu yeni makine marifetiyle 11.000 voltluk bir akım verilir. Sonuç başarılıdır. Ama bu kez de Süpererkek makineye galip gelir. O kadar daha güçlüdür ki, dinamoyla birleşmesi sonucunda dinamo ona değil, o dinamoya ruh verir ve makine insana âşık olur![2]

Süpererkeğin öyküsü, Mehmet’in resimlerindeki mekanik harikalar dünyasını canlandırıyordu. O yüzden olmalı, bu öyküyü ona anlatınca, bir “Makine-İnsan” sergisi yapma önerisine hemen kapılıverdi. Ve ardından, süpererkekler olmasa da, bir takım süperdişiler peydah oldu: kimi bir ‘ayağı’ Çengelköy’e, bir ‘ayağı’ Bostancı’ya basan, fallik aksamlı bisikletler sürüyor; kimi yelkenlerini şişirdiği, serenlerine çöreklendiği ve bordasında değişik Babil kulelerinin yüklü olduğu gemileri yüzdürüyor. Ayrıca, dişil yüzme, uçma, kafalama, avlanma makineleri... Bazıları iki başlı, belki hermafrodit... Sadece makine-insanlar değil, ışıl ışıl makine-balıklar, kediler, köpekler, sürüngenler, meçhul mahlukat...

 


 

Mehmet Koyunoğlu, "Uçuş Makinası"

 

Mekanik/Hermetik

Koyunoğlu’nun kurduğu âlemde iki mizansen var: biri mekanik, diğeri hermetik. Bir yanda dişliler, zincirler, uskurlar, çarklar, pervaneler, kasnaklar, manivelalar, usturlablar, ceraskallar, ciroskoplar... Diğer yanda tarotlar, tılsımlar, nazarlar, pençeler, matriksler, ebced dizgeleri, burçlar, rüzgâr gülleri, labirentler, dehlizler... Beraberlerinde, ilahi geometriler, şemaler, şifreler, harfler, rakamlar. Bilinmez hesap-kitap. Bütün bu mekanik cihazlar ve hermetik işaretler aleminin merkezinde makine-insan. Belki bu âlemi harekete geçiren bir zemberek, belki de onun oynattığı bir kukla, bir otomat.

Koyunoğlu’nun resimlerindeki alet-edevat ve onlara eşlik eden büyülü işaret ve formüller bir mekanik hayal âleminin kendisini değil, onun projelerini, çizimlerini temsil ederler. Dolayısıyla bilimin icatlarının yanı sıra, onları tasarlayan akıl da devreye girer. İnsanları hayvanlardan ayırt eden o büyük güç. “Bir arı peteklerini inşa ederken birçok mimarı mahcup edebilir. Ama en kötü mimarı arıların en iyisinden ayırt eden, mimarın yapısını önce aklında kurmasıdır.”[3] Yani sonuçta insanın işi yararlı, amaçlı, çıkarlı olmalıdır. Oysa makine-insan projeleri, İhsan Oktay Anar’ın romanı Kitab-ül Hiyel’deki Yâfes Çelebi’nin hendeshanesinden, mühendishanesinden çıkma dabbabesine, kallabına, zülkarneynine, düşahisine ait tasvirleri hatırlatır.[4] ‘Hiyel’ mekanik ilmi demektir; ama hile, oyun, aldatmaca anlamlarına da gelir. Ve roman kahramanı mucit Yâfes Çelebi’nin de, Koyunoğlu’nun da projeleri birer oyundur, hiledir; akıl değil hayal ürünüdür ve bir işe yaramazlar – Kant’tan bu yana sanattan beklendiği üzere. Dertleri güçleri sanatla bilimi çatıştırmak, aklı hayalin oyuncağı yapmaktır. Koyunoğlu’nun çizdikleri, ‘teknik resim’lerin resimleridir; bu resimlerde sanat bilimi, hayal gücü aklın gücünü teslim alır. Makine-insan tasavvurunun bilimdeki ve sanattaki temsillerini ve aralarındaki ezeli mücadeleyi düşündürtür. Kadim bir tarihi çağdaşlaştırır.


İnsan vücudu, zembereklerini kendi başına kuran bir makine olup sürekli hareketin canlı imgesidir.

Julien Offray De La Mettrie 

İnsan, Bir Makine

Descartes yalnızca hayvanların birer makine olduğunu düşünür. Oysa hekimler-hekimi La Mettrie, Descartes’tan yüz yıl kadar sonra, 1748’de, ruhun da nihayetinde kaslar gibi bir yay olduğunu ‘ispat ederek’, İnsan, Bir Makine kitabını kaleme alır.[5] Ona göre ruh, boş bir sözcükten ibarettir. Akıllı insanlar için sadece düşünme yetisini ifade eder; ve de bacaklar nasıl kaslar sayesinde yürüyorsa beyin de kaslar sayesinde düşünür. Ereksiyona gelince, o da “güzel bir kadın görüntüsü veya düşüncesinin” beyinden başlayarak harekete geçirdiği bir yaylar mekanizmasının başarısıdır.[6] İnsan davranışlarını güden hazlar da, acılar da mekaniktir. Evrende madde ve hareket dışında bir şey yoktur.

Jarry’nin kahramanı Süpererkeğin mucizeleri bundan daha ‘bilimsel’ açıklanabilir mi? Veya, Marx’ın göklere çıkardığı büyük materyalist La Mettrie’nin makine-insanı Süpererkek’ten daha müthiş edebileştirilip hicvedilebilir mi?[7]

 

Sanat öldü. Yaşasın Tatlin’in yeni makine sanatı”.

Dada Fuarı, Berlin,1920


Makine-insandan Makine-sanata

La Mettrie’ye göre, ancak bedeni teşrih masasında dilim dilim kesip, bizzat görüp inceleyen hekimler onun gizlediği makineyi keşfedebilir: “Tıp adamları insan labirentini baştan başa dolaşarak aydınlatmışlardır; sadece onlar öylesine büyük harikaları gizleyen örtülerin altındaki hayat yaylarını bize gösterebilmişlerdir.”[8] Nitekim, makine-insanın sanattaki ilk kayıtlarına da tıp ve sanat arası ilişkinindoruğa çıktığı Rönesans’ta rastlanır.[9] Bu kayıtlar, yıllarca mühendishanesiyle hastaneler arasında mekik dokuyan Leonardo’ya aittir. Leonardo, bir yandan zırhlı savaş araçları, uçaklar, helikopterler ve denizaltılar tasarlarken, bir yandan da kadavra teşrihine merak sardırır ve anatomi üstadı kesilir. Sonunda bilgisinin bu iki ayrı bölgesinin aslında aynı olduğunu kavrar ve ‘mekanik kitabına’ (başka deyişle ‘kitab-ül hiyel’e!) odaklanır: “İnsanın ve diğer hayvanların kuvvet ve hareketlerinin temsillerinde... mekanik kitabını temel alırsanız bütün iddilarınızı kanıtlarsınız.” Makinelerle ve kadavralarla deneyleri sonucunda Leonardo makine-insanı keşfetmekle kalmaz, sanatın da hekimlik ve mühendislik ölçüsünde bir bilim olduğunu savunur.

Modern zamanların sanat ve edebiyatında,[10] endüstri devriminin etkisiyle bilim iyice egemen olur. Ama bu egemenlik, sanatın bilimden söküldüğü, hatta zamanla onun üzerinde bir iktidar güttüğü karşıt akımlar yaratır. Akıl ve hayal, gerçek ve düş, iş ve oyun, doğa ve insan, arzu ve olgu, kısacası bilim ve sanat karşı kutuplara çekilir. Avangardın realizmler ve sürrealizmler bölgeleri belirmeye başlar. Örneğin, her ikisi de hekimlerden esinlenen 19. yüzyıl realizminin zirveleri Balzac ve Zola, Leonardo’nun izinden yürürler.[11] Romanlarında, insanı vücuda getiren doğasını ve çevresini, toplumu teşrih ederek, ‘insanlık gerçeği’ni keşfe dalarlar.

Birinci Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda yükselen avangardın ‘realizmler’ kutbunda bilimin ikonu makine bir kült olur. Öyle ki, Marinetti otomobilini en gözde antik heykele değişmez, fabrika atıklarını besini kabul eder. Le Corbusier, Ozenfant, Leger, Mondrian, Kandinski sanatlarını endüstrinin standart diline uyarlarlar. Kare, üçgen, çember gibi temel formlara bağlanırlar. En radikalleri Rodchenko ise düz bir çizgiyle yetinir. Fırçası cetveldir. Sanatın mühendislikten, sanat eserinin de teknik resimden veya bir mühendislik harikasından farkı yoktur. Le Corbusier kadar Sovyet teknokratları için de “ev bir makine”dir ve makinelerle üretilmelidir. Tatlin’in dünya devrimini ‘üretecek’ Üçüncü Enternasyonal’e adadığı anıt sonuçta bir vidadır... İlk Ford’ların seri üretiminde uygulanan ve insanı makineye eklemleyen Taylorizm, Avrupa ve Sovyet realizmlerinin düsturu haline gelir. Le Corbusier ve Ozenfant, dergileri L’Esprit Nouveau’da Ford’u modern zamanların Pantheon’una benzetirler. O zamanlar revüler bile seri üretimin ritmini, armonisini vb. taklit etmeye çabalar (Ballet Mechanique).

 

Yağlı nesnellikten ve armoniden, her şeyi düzene sokan bilimden iğreniyorum... Mantık her zaman yanlıştır... Zincirleri öldürür.[12]

Tristan Tzara

 

Dünyayı hayal gücü yarattığına göre, dünyaya hayal gücü hükmetmelidir.[13]

Baudelaire

 

Mehmet Koyunoğlu, “Yüzme Makinesi”, 2000

 

  

Francis Picabia, sağ: “Çıplak Durumdaki Amerikalı Genç Kızın Portresi”, 1915; sol: "Azizler Azizi", 1915

 

Fizik/Patafizik

Alfred Jarry’nin Süpererkeği tarihsel makine-insanın bir ironisidir. Makinenin hayatı ve sanatı fethetmesine karşı onunla direnir. 20.yüzyılın ilerleyen yıllarında hayranları onu izler: Duchamp’ın Large Glass olarak anılan işinde birtakım makinelerle temsil edilen Gelin ve onu arzulayan Bekârlar, ‘aşk benzini’yle harekete geçerek cinselliğin mekanik evreninde birleşirler. Gelin Leonardo’nun çiftleşme diyagramlarına gönderir. Picabia’nın Parade Amoureuse’ünde de aşk makineleşir. Gene Picabia’ya ait Çıplak Durumdaki Amerikalı Genç Kızın Portresi, üzerinde “her daim” yazan bir bujiden ibarettir. Man Ray’de ise Erkek bir el mikseridir. Max Ernst’te Büyük Ortokromatik Tekerlek Ölçüyle Sevişir...

Onlar makine-insanları aracılığıyla, başta akıl ve mantık (matematik), makinenin temsil ettiği herşeyi, yararlılık ve işlevselliği; hayata bulaştırdığı zaman fikrini, tekdüzeliği ve her türlü düzeni; nesnelliği, somutluğu alaya alırlar, horlarlar. Onlar hayal gücünün, düşün, büyünün, tesadüfün, istisnanın, saçmanın,sürprizin, simyanın erbabıdırlar. Jarry’nin kurduğu, fizik ve metafiziğin çok ötesindeki bir ilmin, patafiziğin, uzmanlarıdırlar.[14] Baudelaire’in safına katılarak, egemen iyilik-güzellik-doğruluk zihniyetlerine baş kaldırırlar.Jarry’nin patafizik ilminin hakının yendiğini düşünenler 1948’de Patafizik Okulu’nu kurarlar. Duchamp, Ionesco, Dubuffet, Jacques Prevert, Michel Leiris ve daha birçok hayalperest bu Okulun mensupları arasındadırlar.[15] Ve hiç kuşkusuz Mehmet Koyunoğlu onlarla kardeş bir ruhtur.

 

"Kısa Bir Yaşam Uzun Bir Düş", Mehmet Koyunoğlu Retrospektif Sergisi Kataloğu içinde (İstanbul: YKY, 2004) s. 15-25.



[1] Galeri Nev, Ankara. 6 Ekim-14 Kasım 2000.

[2] Alfred Jarry, Supermale (Cambridge: Exact Change, 1999)

[3] Karl Marx, Capital,Vol.I (Londra: Lawrence & Wishart, 1974) s. 174.

[4] İhsan Oktay Anar, Kitab-ül Hiyel (İstanbul: İletişim, 1996).

[5] Julien Offray De La Mettrie, İnsan, Bir Makine (İstanbul: Havass, 1980).

[6] La Mettrie, s. 55, 59, 60.

[7] Marx’a göre, Descartes’çı materyalizm ile İngiliz materyalizmini bağdaştıran La Mettrie’dir. Bkz. Karl Marx, Friedrich Engels, Kutsal Aile (Ankara: Sol, 1976) s. 198.

[8] La Mettrie, s. 18.

[9] Rönesans’ta, konosörün işi olan bir eserin özgünlüğü ve ustalığı hakkındaki ‘tanı’da bulunma görevi çoğunlukla hekimlerce yürütülür. Leonardo’nun kadavralara olan tutkusu ise herkesçe bilinir. Zaten önceden canlı modelden çalışılan resim ve heykel sanatlarında kadavralar ve tıbbi anatomi öne geçer. [Bkz. A. Artun, “Çağdaş Sanat Tarihleri ve Türkiye’de Sanatın Çağdaşlaşması (Toplum ve Bilim, Kış 1998) 41, 42.]

[10] Leonardo’dan alıntılayan: Marco Cianchi,Leonardo, The Anatomy (Floransa: Giunti, 1998) s. 10.

[11] Balzac hipnotizmayı da geliştiren Alman hekim Franz Anton Mesmer (1734-1815), Zola zamanının fizyoloji bilgini Claude Bernard’dan (1813-1878) etkilenirler.

[12] Tristan Tzara, “Dada Manifesto 1918”, Art in Theory,1900-1990, ed. Harrison & Wood(Oxford, Blackwell) s. 248-253.

[13] Charles Baudelaire, “The Salon of 1859”, Selected Writings on Art and Artists (Cambridge, CUP,1972) 302,303.

[14] Alfred Jarry, Patafizikçi Doktor Faustroll’un Kahramanlıkları ve Görüşleri.

[15] Douglas Kellner, Baudrillard’ın yazılarından yaptığı derlemenin sunuşunda, onun evreninin Jarry’nin patafiziğinin bir görüntüsü olduğunu öne sürer. [D. Kellner ed., Baudrillard: A Critical Reader (Londra: Blackwell,1994)]

çağdaş sanat, Mehmet Koyunoğlu, Alfred Jarry