Toplanma yasağı, aslında yürüyüş yapma yasağına dönüştü. Burada, Bolonya’da “sebepsizce” yürüdüğü için soruşturulan onlarca insanımız var. Kimseyle buluşmamış, başkalarıyla aralarına en az bir metre mesafe koymuşlardı: Şöyle bir hava almaya çıkmışlardı.
Bize kendimizi kapatmamızı ve paranoyak olmamız gerektiğini söylüyorlar. Eğer bu böyle devam edecekse, kısa bir süre sonra katletmeler, cinnetler, kadın cinayetleri, aile cinayetleri, zorunlu hapisler ayyuka çıkacak. Daha şimdiden psikolojik sıkıntıları olan çok sayıda insan sosyal iletişimden ve yardım hizmetinden yoksun kaldı. Bazıları benim tanıdıklarım.
“Evinizde kalın” emri, spesifik bir “ev” anlayışından ileri gelir: Yabancılar “evlerinde” kalsın isteğiyle ve “kendi evinin efendisi” olduğunu hissetme ihtiyacıyla da akrabadır. Bu ifade, normal olmayan birini işaret eden “bu tip nerede yaşadığının farkında değil” ifadesiyle kardeştir. Bir özel alan olarak evinde olmak ile kamusal, halka açık, kimlerin geçtiğinin önemli olmadığı yerler arasındaki zıtlıktan doğmuştur. Aslında bu yerlerin de “ev”e dönüşmesi arzusunu ifade eder: daima daha özel, daha kapalı, daha steril. Buna günümüzde artan agorafobi de eşlik eder.
Virüsün yayılmasına engel olmak için, başkalarıyla yakın temastan kaçınılmalıdır, ama bu kural başka birçok biçimde de aktarılabilecekken sadece “evinizde kalın” diye buyurmayı tercih etmiş olmaları manidar. Yalnızca iç mekânları, konforu, yüzölçümü bakımından belli tipte bir ev değil, bir “güvenli yer” olarak ev varsayımına dayanan bir mantra bu. Ama bir yorumcunun da belirttiği gibi, pek çok kadın için ev, kendilerini güvende hissettikleri bir yer değil pek. Bu, yaşlı insanlar için de geçerli. Dışarıda, açık havada sakince dolaşan yaşlı insanlar için evde kalmak sıklıkla ciddi kazalara uğramak ve berbat bir yalnızlığın içinde kalmak demek. “Evinde otur” daima rahat durmayan kadınlar için kullanılagelen ataerkil bir ifadedir. Burada yine, ne yazık ki, eleştirel düşüncenin zayıflığını görüyoruz: Kadın ya da erkek, kaçımız bu benzerliğin farkında? İktidarın bu dil sürçmesini kaçımız sorguladık?
“Evinde kal” bize evlerimizin artık sosyalleşme, karşılaşma, tanışma yerleri olmadığını ifade ediyor. Bu emir, bize evlerimizin artık bir “yer” olmadığını söylüyor çünkü bir yeri yer yapan, bir kapısının, bir ana girişinin olması değil farklı güzergâhları birbirine bağlamasıdır. Ambrose Bierce, Şeytanın Sözlüğü’nde eve dair şu tanımı yapar:
İnsanların, sıçanların, hamam böceklerinin, sineklerin, sivrisineklerin, pirelerin, basillerin ve mikropların yaşaması için inşa edilen boş yapı.
Bizlerse, bunun tam aksine, mikroptan arındırılmış, steril, istenmeyen yabancıların olmadığı konutlara sahip olma yanılsamasıyla oyalanıyoruz. Hatta kısaca yabancıların olmadığı denebilir… Ama farklı insanların birarada barındığı evler hâlâ mevcut: aile evleri, paylaşılan konutlar. Bugünlerde, engellilerle ve sakatlarla birlikte çalışan çok sayıda eğitimci, bu tür insanların günlerini geçirdikleri, aktiviteler yaptıkları, eğlendikleri ve rahatladıkları gündüz merkezlerinin kapatılması yüzünden büyük zorluk içinde. Bu insanlar şimdi “evlerinde kalmak” zorundalar ve evlerinde hiçbir bakımdan iyi değiller, çünkü aslında “nerede yaşadıklarının farkında değiller”. Ekonominin kıskacındaki “evimizde kalıyoruz”, oysa ekonomi, tam aksine, oikos’un nomos’u olmalıydı: yani evin yasası. “Evimizde kalıyoruz” çünkü ekolojiden, ortak evimizi düşünme yetimizden vazgeçtik.
(…) Kamusal parkların kapatılması katlanılmaz ve alçakça bir önlemdir. “Bu bir acil durumdur, tatil değil!” diye açıklama yapan Piyemonte Başkanı ne tür sefil bir hayat anlayışına sahip olabilir merak ediyorum. Aptal ve alık insanlar çocuklarını kaydırağa binmeye götürdükleri ve banklarda biraraya geldikleri için parkların kapatılmasının kaçınılmaz olduğunu söyleyenler, ne tür canavarca bir kent anlayışına sahipler merak ediyorum. Oysa, kamusal alanlarda, örneğin sokaklarda, yasalara aykırı davranan insanlar her zaman oluyor. Birileri hız sınırına uymuyor, birileri yasak alanlara park ediyor, ama sokaklar bundan ötürü kapatılmıyor. Çünkü şehrin dolaşımı ve yaşamı için sokaklar hayatidir. Şu çok açık ki, kimi önemli kişilerin dillerine pelesenk olmuş, gerektiğinde çıkıp haykırabildikleri tüm çevre söylemlerine rağmen, parklar iktidar için aynı öneme sahip değil. (…)
Kamu güçlerinin, sosyal ağlarda topladıkları beğenilere ve onlara ilişkin manşetlerin internetteki dolaşımına bakarak, kaba ve gelişigüzel davranıyor olmaları, bu acil durumun sistem için işlevselliğini görmeye engel değil. Tam aksine, onu daha iyi kavramayı sağlıyor.
Olayların seyri şunu açıkça gösteriyor ki, siyasi kararlar da, aslında sermayenin dev veri yayılımı etrafında aldığı şekle göre belirleniyor. Söz konusu yayılma; ağlar, platform ekonomisi, tüm iletişim dünyasının oyunlaştırılması [gamification] vs. üzerinden gerçekleşiyor. Çoğumuzun gözlemlediği gibi, alınan tüm önlemler bir tesadüfmüşçesine son kertede sadece büyük şirketlerin çıkarlarına hizmet ediyor: Çevrimiçi uzaktan öğretim Google eliyle düzenlendi, ticaretin neredeyse tamamı Amazon’un ellerine bırakıldı, düzenli olarak kendimizi evlerimizde tecrit etmeye teşvik edildik ve şimdi vaktimizin neredeyse tamamını dev enformasyon üretimine katkıda bulunmakla, sosyal ağlarda gezinmekle, Whatsapp üzerinden milyonlarca mesaj atmakla, Amazon Prime ve Netflix’te diziler izlemekle geçiriyoruz.
Durum böyleyse, [İtalya Başbakanı] Guiseppe Conte ya da başkaları bir sabah uyanıp “Covid-19 salgınından Amazon, Facebook, Google, Netflix, Deliveroo ve diğer Büyük Teknoloji güçlerinin kârlarını artırmak için nemalanalım” dediği için böyle değil. Bunu olsa olsa bir ahmak düşünebilir, bizler de ahmak olduğumuzu sanmıyoruz. Durum böyle, çünkü kapitalist sistemin bir işleyişi var: hissedarlar eliyle, iktidar ilişkileriyle, eylemsizlik gücüyle biçimlenmiş temel bir mantığı var.
Kentsel alanı ilgilendiren kamu politikaları için de aynı şey geçerli. Kentsel alan zaten yıllardır çeşitli acil durumlar sebebiyle idari güvenlik politikaları yoluyla işgal ediliyor: “mahallelerin soysuzlaştırılması”, “istila” ve dahası. Mevcut acil durum, şüphe kültürünü besleyip suçluluğu ve muhbirliği tırmandırırken seküritarizmin[1] her türlüsünden yararlanıyor, bundan ötürü de Big Tech şirketleri[2] kâr üstüne kâr elde ediyorlar –ister kontrol ve denetim amaçlı donanım satarak, ister bu ağın gelişimini garanti altına alacak ilave verileri sağlayarak olsun.
Üstelik bunlar “olabilecek” şeyler değil: halihazırda oluyor.
İtalyan Wu Ming kolektifinin yayınladığı güncenin Fransızca çevirisinden Türkçeye çevrildi.
[1] Seküritarizm: Bireysel özgürlükler aleyhine, güvenlik önlemlerine aşırı öncelik verilmesi – ç.n.
[2] Dünyanın Alphabet, Amazon, Microsoft, Apple, Facebook gibi dev teknoloji şirketlerinin toplu ifadesi – ç.n.)