Komünizm Fikri: "Biz" Diyebilmek…

 

    

 

New Republic gazetesinin vaktiyle “Batı’daki en tehlikeli filozof” dediği Slavoj Žižek, 2010 yılında, London School of Economics’te komünizmin gerekliliği üzerine kamuya açık bir konuşma yaptı. Bu seçkin üniversiteye gelen dinleyiciler konuşmanın yapılacağı oditoryuma sığmayınca konuşmayı yandaki bir salondan, video bağlantısıyla izlediler. Bir noktada etkinliğe ev sahipliği eden uluslararası ilişkiler kuramcısı David Held, nedense galeyana gelip araya girerek Žižek’in konuşmasını böldü (ki hayli ender rastlanan bir başarıydı bu). “Sürekli ‘biz’ diyorsunuz,” dedi. “Kimdir bu ‘biz’?”

Dinleyiciler Žižek daha cevap vermeden kahkahayı patlattı. Kendisi, küresel jeopolitikadan Lacancı psikanalize kadar her şeyi edepsiz şakalarla açıklamasıyla meşhur olduğundan, dinleyicileri de genelde Pavlov’un köpeği misali, o konuşmaya başladığı anda deli gibi gülmeye başlarlar. Hegel’in Tinin Fenomenolojisi’ni tek kişilik komedi gösterisine çevirebilen yegâne kişi de odur herhalde.

Fakat bu sefer Žižek’in cevabı gayet ciddiydi. Komünist bir “biz”den bahsetmekle, diye açıkladı, bırakın özünde devrimci olan bir sosyolojik sınıfı, halihazırda mevcut olan bir siyasi özneye bile işaret etmiyordu. “Biz” kelimesini kullanmak, dil felsefecisi JL Austin’in tanımladığı biçimiyle bir “söz edimi” veya “performatif sözce” olabilirdi: yani, mevcut bir gerçekliği betimlemek yerine, yeni bir gerçeklik yaratan sözce. “Yaparım” veya “Kovuldun!” gibi ifadeler nasıl kendi içlerinde birer eylemse, bir durumu betimlemek yerine onu dönüştürüyorlarsa, Žižek de komünist bir “biz”den bahsetme ediminin kolektif bir öznenin var oluşuna katkıda bulunacağını umduğunu söyledi.

 

 

Slavoj Žižek

 

Žižek, Alain Badiou’yla birlikte başlattıkları “Komünizm Fikri” konferanslarının üçüncüsü olan Berlin Konferansı’ndan yeni dönmüştü, dolayısıyla Sloven filozofun “söz edimleri”nin gayet yerinde olduğunu düşünmek için yeterli sebebi vardı.

2009’da Londra’da düzenlenen ilk konferansa 1000’den fazla izleyici katılmış, Badiou’nun deyişiyle “‘komünizm’ kelimesinin bir kez daha olumlu bir anlam kazanabileceğini ve kazanması gerektiğini” ilan eden, dünyanın yaşayan en ünlü filozoflarını dinlemişlerdi.

Konuşmacılar arasında komünizm fikrinin canlı kalmasını sağlayan çeşitli geleneklerden düşünürlerin yanı sıra, son zamanlarda bu fikrin dirilmesine katkıda bulunmuş genç düşünürler de vardı: Žižek ve Badiou’dan başka, Jacques Rancière, Michael Hardt ve Antonio Negri, Terry Eagleton, Judith Balso, Alessandro Russo, Gianni Vattimo, Bruno Bosteels, Peter Hallward ve Alberto Toscano.

 

 

Terry Eagleton ve Jacques Rancière

 

Etkinliğin başarısı, konferans dizisini başlatanların beklentilerinin bile çok ötesindeydi. İlk planlama aşamasında 180 kişilik bir salon ayarlanmıştı. Kayıtlar başlayınca salon iki defa değiştirildi ve nihayet 900 kişilik bir oditoryumda karar kılındı. Buna rağmen, üç gün süren etkinlik boyunca yan salonlardan birinde kurulan video bağlantısıyla 300 kişi daha konuşmaları izledi. Paris ve Berlin’de yapılan sonraki etkinlikler de, çoğu gençlerden oluşan çok sayıda insan tarafından izlendi.

İlk bakışta bu durum şaşırtıcıdır. Ne de olsa komünizm, büyük bir suçun, Gulag kamplarının, totaliter devletlerin adı değil midir? Hem ekonomi hem siyaset cephesinde başarısız olmamış mıdır? İnsanlar canları pahasına ondan kaçmaya çalışmamış mıdır? Üstelik “komünist”, hâlâ dünyanın en kalabalık nüfusa sahip ülkesini, hem otoriter olup hem de neoliberal kapitalizmin buyruklarına harfiyen uyan bir ülkeyi yöneten partinin ismi değil midir? Geçtiğimiz 30 yılın egemen görüşü, bu olmuştur.

Badiou’nun “restorasyon” diye adlandırdığı dönem, 1970’lerin ortalarında, ulusal bağımsızlık mücadelelerinin, gençlik hareketlerinin ve fabrika isyanlarının yenilgisiyle başladı. Ona göre bu mücadelelerin zayıflaması, “acı bir ihanet dönemi”nin önünü açmıştı: Eski eylemciler parlamenter siyaseti savunmaya başlamış, küresel kapitalizme boyun eğmişlerdi. Totalitarizm eleştirilerinin, insan hakları ile sözümona ‘insancıl’ (gerçekte emperyalist) “müdahalelerin” savunulmasının, ABD’nin iktidarı karşısında verilen tavizlerin damgasını vurduğu bir dönemdi bu.

Otuz yıl boyunca, diyordu Badiou, “komünizm” kelimesi ya unutuldu, ya da bir suç girişimine işaret etti. Buna karşılık o, bu karşı-devrimci ihaneti reddeden bir yol izlemişti. 68 olaylarına ve devrimci Marksist mirasa sadakatinin devamlı altını çizen Badiou'yu felsefeye iten, “kendi kuşağından birçoklarının nasıl olup da devrimci inançlarına ihanet edebildiklerini” anlama çabasıydı.

 

Alain Badiou

 

Michel Foucault, hayatının sonlarına doğru, devrimci öznellik ve “devrime dönme” fikri üzerine bir değerlendirmede, vaktiyle yakın ilişki içinde olduğu eski Maocuları kastederek “bugünün en büyük dönekleri, artık devrime inanmayanlardır,” der. Kastettikleri arasında muhtemelen Bernard-Henri Lévy de vardır; o da tıpkı kendilerine Yeni Filozoflar (nouveuax philosophes) diyen diğerleri gibi, 1970’lerde “insan çehresine bürünmüş barbarlık” diye nitelediği devrimci Marksizm’in itibarsızlaştırılmasında büyük rol oynamıştır.

1982’de Bernard-Henri Lévy zaferi ilan eder. Marksizm’in krizi ve yeni ortaya çıkan insancıl mutabakat karşısında “Kazandık!” diye yazar. Gerçekten de Yeni Filozofların görüşleri; özgürlükçü siyasi vizyonların yerine, acının dindirilmesine odaklanan bir ahlakın geçtiği yolundaki inançları, bir süre egemen olur.

Bugün Bernard-Henri Lévy’nin 1982’deki zafer çığlığı, George W. Bush’un 2003’te Bağdat’taki zafer ilanı kadar kibirli görünmüyor olabilir; ama yine de Lévy’nin muştuladığı mutabakata bir kez daha meydan okunduğu görülüyor. Eğer Žižek ve Douzinas’ın Bir İdea Olarak Komünizm derlemesine yazdıkları sunuşta söyledikleri gibi, solun uzun gecesi gerçekten bitiyorsa, bunun sebepleri ne olabilir?

Pek çok yazar Arap Baharı diye anılan isyanların, Soğuk Savaş sonrasında “tarihin sonu” şiarıyla yapılan zafer gösterilerinin sonu olduğunu savundu. Yeni Filozoflar grubundan Andre Glucksmann bile, devrimlerin, hem Francis Fukuyama’nın tarihin sonu inancını, hem de Samuel Huntington’ın “medeniyetler çatışması” tezini yalanladığını yazdı.

Gelgelelim, Londra Komünizm Konferansı’na katılan filozofların çoğuna göre, ilkinin doğru olmadığı zaten uzun zaman önce kanıtlanmıştı, ikincisi ise Batı’nın askerî müdahaleleri için bir mazeretten ibaretti.

Örneğin Rancière, on yıldır yazdığı metinlerinde, Soğuk Savaş’ın hemen ardından başlayan “tarih bitti” kutlamalarına gölge düşüren krizlere ve hayal kırıklıklarına dikkat çekiyordu: Liberal demokrasi ve insan hakları ütopyası yeni savaşlar ve soykırımlarla sonuçlanmış, kendi kendini düzenleyen serbest piyasa ütopyası ise krize girmişti. Žižek, Marx’ı şerh ederek şöyle diyordu: “Fukuyama’nın 1990’lardaki ütopyası iki kere ölmek zorunda kaldı”, önce 11 Eylül siyasi kriziyle, ardından küresel ekonomik krizle. Badiou da, “‘komünizm’ kelimesi yeniden tedavüle girmiştir” derken, böyle bir bağlamdan konuşmaktaydı.

 

Başarısızlık Üzerine

Badiou, Komünist Hipotez başlıklı kısa kitabında, bugün özgürlük, insan hakları ve Batı değerlerinden müteşekkil ideolojik makinenin tek bir basit, olumsuz iddiadan ibaret olduğunu yazar: Komünizm başarısız oldu. Yeni Filozoflar’ın tüm gayretleri, kapitalist, parlamenter bugüne boyun eğmekten başka çare olmadığı kabulüne varır. İyi de, “komünist hipotezin şu ya da bu şekliyle deney yapılan bir tarih silsilesi için ‘başarısızlık’ derken tam ne kastediyoruz?” diye sorar Badiou. Sosyalist deneylerin başarısız olduğunu söylediğimizde –ki Badiou bu önermeyi reddetmez– komünist hipotezin ve işaret ettiği özgürleşme ufkunun terk edilmesi gerektiğini mi söylemek istiyoruz? Yoksa, o deneylerin yanlış bir yola girdikleri, başlangıçtaki probleme doğru yöntemle cevap vermedikleri için mi başarısız olduklarını söylüyoruz?

Badiou, komünizmi gerçekleştirme yönündeki girişimlerin, bir fikrin hayata geçirilmesindeki  aşamalar olarak görülmesi gerektiğini söylüyor. Ona göre, ve komünizm konferanslarındaki diğer filozoflara göre, bu fikri doğuran problemler çok daha müzminleşmiştir. Burada Badiou komünizm fikrini hayata geçirme girişimlerinin tarihini, bir matematik problemini çözme girişimlerinin tarihine benzetiyor. Sözgelimi Fermat teoremi, ancak 300 yıllık başarısız girişimlerden sonra çözülebilmiştir. Gençliklerinde bir dönem suya sabuna dokunmadan komünistlerle yakınlaştılar diye komünizme lanet okuyacak otoriteye sahip olduklarını sanan Yeni Filozoflar için şöyle bir benzetme yapıyor Badiou: Hiç kimse, 20 yaşındayken bir problemi çözemedi diye o problemin artık var olmadığını söyleyen bir matematikçiyi ciddiye almaz.

Aynı şekilde Badiou, komünist hipotezin Leninist deneyimle sınırlanamayacağını; devletin başlangıcından beri, kitlelerin eşitlikçi adalet adına devlet zoruna direndiği her yerde –Spartaküs önderliğindeki köle ayaklanmasından Paris Komünü’ne– var olduğunu söylüyor.

 

Gerçek Bir Hareket Olarak Komünizm ve Arap Baharı

2010’da yayınlanan Komünist Hipotez’de Badiou, Batı demokrasisinin girdiği krizin kaynağının, “yoksul kitleleri denetim altında tutmakla mükellef Mübarek ve Müşerref’inki gibi gaddar rejimleri satın almada gittikçe daha da zorlanması” olduğunu öne sürüyordu. Bir yıl sonra Mübarek gidecek, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki ayaklanmalar küresel siyasi imkânların çehresinde derin bir dönüşüm yaratacaktı. Badiou’ya göre bu hareketler, Paris Komünü’nden beri en saf haliyle “hareket olarak komünizm”i gözler önüne seriyordu. Peki, Arap Baharı’ndan “komünist” diye bahsetmek ne derece anlamlıydı?

Badiou’nun kastı, bu ayaklanmalara katılanların öznel olarak komünist olmaları değildi – Ortadoğu’da solu yok etmek için onlarca yıldır sürdürülen faaliyetlerin başarısı düşünülürse, zaten böyle bir şey beklemek zordu. Badiou’nun kastettiği şuydu: Başarılı bir halk ayaklanması, Marx’ın devletin sönümlenmesi diye tarif ettiği bir olanağa işaret eder; “halk” denen o ele avuca gelmez figürün varlığa geldiği, devlet dışı bir siyasi eylem alanı açar.

“Burada ‘komünizm’ şu anlama gelir: kolektif bir kaderin ortaklaşa yaratılması,” diye yazar Badiou. Böyle bir ortaklık ona göre türseldir [generic], bir bütün olarak insanlığı temsil eder ve somut kimlikler arasında devletin yarattığı çelişkileri aşma gücüne sahiptir. Kadın hekimler genç erkeklerin arasında huzurla uyuduklarında, bir grup Hıristiyan namaz kılmakta olan Müslümanları koruma amacıyla nöbet tuttuğunda, bir grup mühendis banliyölerden gelen gençlere moral vermeye çalıştığında, bütün bu durumlar ve icatlar hareket olarak komünizmi oluşturur.

Ortadoğu’daki olaylar Badiou’ya göre yeni bir gerçeklik yaratmamış, ama tüm dünya için olanakların önünü açmış, siyasetteki yegâne imkânın parlamento temsilcileri arasında seçim yapmak olduğu inancını alt üst etmiştir. Ayaklanmalar, egemen güçlerin bizleri günlerinin geçmiş olduğuna inandırmaya çalıştıkları ilkelere can vermiştir – özellikle de, “Marat’nın hatırlatmaktan asla vazgeçmediği bir ilkeye: Mesele bağımsızlık, eşitlik ve özgürlük olduğunda, hepimizin halk ayaklanmalarına katılmamız gerekir.”

Hardt ve Negri de halk ayaklanmalarının tüm dünyada yeni olanakların önünü açan deneyler olduğunu savunuyor; Žižek de “Tahrir Meydanı mucizesi”nin yeni muhafazakârların özgürlük ve demokrasi hayallerinin kader ânı olduğunu söylüyordu. Yeni muhafazakârların endişeli olmalarının sebebi, Mısır halkının hem özgürlük ve demokrasiden, hem de sosyal ve ekonomik adaletten bahsetmesiydi.

Bir ay içinde, NATO güçleri Libya’ya saldırmaya başladığında, halk ayaklanması hikâyesinin yerini bildiğimiz “insancıl müdahale” dili alacaktı. Bu süreçte, Badiou ile eski dostu Jean-Luc Nancy arasında bir tartışma yaşandı. Jean-Luc Nancy, kamuya açık bir yazısında, [Hegel’e atıfla] “güzel ruhlar” diye tarif ettiği sol cenahtakilerin, “iç işlerine karışmama” ilkesini gündeme getirmelerine karşı çıkmış; Kaddafi’ye karşı isyancıları desteklemek için “saldırmanın gerekli” olduğunu savunmuştu. Jean-Luc Nancy’nin bu tavrında yalnız olduğu söylenemezdi: Michael Albert ve Gilbert Achar gibi anti-emperyalist solcular da dahil, birçok yazar ve aydın bu görüşteydi.

Bunun üzerine Badiou, Libération gazetesinde yayınlanan bir açık mektup yazdı ve “üzücü bir sürpriz” diye tanımladığı Nancy’nin tavrını eleştirdi. Nancy ve çalışma arkadaşı Philippe Lacoue-Labarthe, vaktiyle Badiou’nun “restorasyon” döneminde maruz bırakıldığı tecrite katılmayı reddetmişlerdi; Yeni Filozofların egemen olduğu ve aydınların Mitterand’ı desteklemeye başladığı dönemdi bu. İşte şimdi Badiou, ömrünü devrimcilerin hâkim ideolojiye neden boyun eğdiklerini anlamaya vakfetmiş bir filozof olarak, dostuna açık mektup yazıyordu.

“Sözümona ‘insancıl’lık mazeretini, kurbanlar adına yapılan bu arsız şantajı gerçekten kabul edebilir misin? Bizim ordularımız, Kaddafi’nin kendi ülkesinde öldürdüğünden çok daha fazla sayıda insanı öldürüyor, üstelik birkaç ülkede birden. Günümüzün en büyük kasaplarına aniden duyulan bu güven de nereden çıktı?” Badiou’ya göre eğer felsefe bir işe yarayacaksa, Batılı egemenlerin şekillendirdiği kamuoyunu köklü bir eleştiriye tâbi tutması gerekiyordu. “Ayaklanan kitleler arasında bir geçici hükümet tayin etmek gibi bir derdin emaresi bile yokken, Kaddafi’nin eski işbirlikçisi öncülüğünde kurulan bir sözde ‘Devrim Konseyi’nin ortaya çıkması seni hiç mi şaşırtmadı?” diye soruyordu Nancy’ye.

Siyaset kuramcısı Wendy Brown’ın başka bir bağlamda söylediği gibi, “kurumsal korunmanın bedeli, daima, bağımlılık ve koruyucuların kurallarına riayet etmedir”. Badiou, Nancy’nin Libya’nın bombalanmasını desteklemesine üzüntüyle tepki verdiyse, bunun sebebi, Mısır ve Tunus’taki isyanlardan korkan Batılı güçlerin, Libya’yı Arap Baharı’nın önünü açtığı olanakları neoliberal demokrasi anlatısı içinde eritme fırsatı olarak gördüklerini bilmesiydi.

Bernard-Henri Lévy’nin 1982’deki zafer ilanı erken olabilirdi, ama komünizm fikrinin tedavüle girmesi de Yeni Filozofların somutlaştırdığı mutabakatın sona erdiğini göstermiyor. Badiou’nun dediği gibi, bugün mesele bu fikrin zafer kazanması değil, var olması. Şayet “biz” diyerek onu olumlamaya devam edersek, komünizm fikri billurlaşıp, onu hayata geçirecek  yeni bir kolektif öznenin doğmasını sağlayabilir.

 

 

Vladimir Tatlin’in, herkesin uçabilmesi için tasarladığı, Letatlin adlı planörü denenirken

 

Metinde Sözü Edilen Kaynaklar:

Badiou, Alain. The Communist Hypothesis (Londra: Verso, 2010) s. 37 [Türkçesi: Komünist Hipotez, çev. Oylum Bülbül (İstanbul: Encore, 2011)].

Badiou, Alain. “The Idea of Communism”, The Idea of Communism içinde (Londra: Verso, 2010) [Türkçesi: Bir İdea Olarak Komünizm, çev. Ebru Kılıç ve Ahmet Ergenç (İstanbul: Ayrıntı, 2011)].

Badiou, Alain. “Open Letter to Jean-Luc Nancy”, Libération, 28 Mart 2011, www.versobooks.com/blogs/463 erişim tarihi 1 Harizan 2011.

Badiou, Alain. “Tunisia, Egypt: The Universal Reach of Popular Uprisings”, Lacan.com, <www.lacan.com/thesymptom/?page_id=1031>, erişim tarihi 1 Haziran 2011. http://www.soldefter.com/2011/02/27/alain-badiou-“tunus-misir-dogunun-ruzgari-batinin-kustahligini-supurdugunde/  erişim tarihi 16 Nisan 2013

Brown, Wendy. States of Injury: Power and Freedom in Late Modernity (Princeton: Princeton University Press, 1995).

Douzinas ve Žižek, “Introduction”,  ed. Douzinas and Žižek, The Idea of Communism içinde (Londra: Verso, 2010) [Türkçesi: Bir İdea Olarak Komünizm, çev. Ebru Kılıç ve Ahmet Ergenç (İstanbul: Ayrıntı, 2011)]

Foucault, Michel. Hermeneutics of the Subject, Palgrave Macmillan, New York, 2005, p. 209

Glucksmann, Andre. “Revolution Without Guarantee”, Continental Philosophy Bulletin Board, 18 February 2011, www.continental-philosophy.org/2011/02/27/andre-glucksmann-revolution-without-guarantee/  erişim tarihi 1 Haziran 2011.

Lévy, Bernard-Henri. Barbarism with a Human Face (trans. George Holoch), Harper and Row, New York, 1979

Power, Nina ve Alberto Toscano, “Alain Badiou and the Enemies of May”, Boundary 2, no. 36, vol. 1, 2009.

Rancière, Jacques. “Communists Without Communism?”, ed. Douzinas and Žižek The Idea of Communism içinde (Londra: Verso, 2010) [Türkçesi: “Komünizmsiz Komünistler mi?”, Bir İdea Olarak Komünizm içinde, çev. Ebru Kılıç ve Ahmet Ergenç (İstanbul: Ayrıntı, 2011)]

Žižek, Slavoj. “From Egypt, This Is the Miracle of Tahrir Square”, Guardian Online, 10 February 2011, www.guardian.co.uk/global/2011/feb/10/egypt-miracle-tahrir-square erişim tarihi 1 Haziran 2011. “Tahrir Meydanı Mucizesi” Türkçesi: http://www.sendika.org/2011/02/slavoj-zizek-tahrir-meydani-mucizesi-soldefter/ erişim tarihi 16 Nisan 2013

 

Jessica Whyte’ın Overland dergisi 2011 Bahar sayısı için yazdığı metinden kısaltılarak çevrilmiştir. Metnin tamamı için bkz.

http://overland.org.au/previous-issues/issue-204/feature-jessica-whyte/

 

 

Alain Badiou, Žižek