Uluslararası sanat piyasasının üzerindeki gizlilik perdesi aralandıkça, 2000’li yılların rekor satışlarının gerisinde müthiş zenginliğiyle ufak Körfez ülkesi Katar’ın olduğu ortaya çıkıyor.[1] Daha önce görülmemiş ölçekte sanat satın alan Şeyh ailesi, Katar’ın başkenti Doha’yı uluslararası bir sanat merkezine dönüştürmekte kararlı. O kadar ki, New York’taki Modern Sanatlar Müzesi’ne denk kapsamda bir 21. yüzyıl sanatı müzesinin bu coğrafyada gerçekleşeceğine daha şimdiden inananlar var. Öte yandan, Lübnanlı sanatçı Ninar Esber gibi kimi sanatçılar ve eleştirmenler, Katar’ın inşa ettiği “dışı parıldayan altın kabuğun içinin boş olduğunu” dile getiriyor.[2] Çünkü göz kamaştıran parıltı, bir yandan ekonomik kriz zamanlarında dünya sanat piyasasının çarklarının dönmesine ciddi bir katkı sağlarken, bir yandan da Katar’ı yönetegelmiş olan hanedan ailesinin kendi evindeki adalet, insan hakları, emek sömürüsü, ifade özgürlüğü, kadının toplumdaki konumu gibi sorunların üzerini örtüyor; görünmek istediği gibi görünmesini sağlıyor.
Ulusal kimlik ve sanat
Sabık emirin kızı, Haziran’da görevi devralan yeni emirin kızkardeşi, Katar hanedan ailesinin sanattan sorumlu üyesi Şeyha El Mayassa bin Hamid bin Halife Es-Sani’nin açıkladığı gibi, “Katar hem modern bir ulus olmak istiyor ve hem de Arap mirasını canlı tutmak.”[3] “Ve sanat ulusal kimliğinin önemli bir parçası.”[4] Ancak 2010’da açılan Arap Modern Sanat Müzesi Mathaf gibi girişimlere rağmen, Katar’da yerli sanatçıların sesinin duyulduğu canlı ve özgür bir sanat ortamı olduğunu söylemek mümkün değil. Takashi Murakami, Louise Bougeois, Cai Guo-Qiang, Richard Serra, Damien Hirst gibi yıldızların başkent Doha’daki pahalı, parıltılı ve debdebeli gösterilerinin yanında onların toplu sergilerinin esamisi okunmuyor. Zaten Katar sanat alımları ile koleksiyonlarının ve müzelerinin yönetimini, Londra kökenli Christie’s müzayede evinin ileri gelenlerine emanet ediyor.[5] Ve sergilere gidenlerin büyük çoğunluğu da orada yaşayan ya da orayı ziyaret eden yabancılar.[6] Hanedanı eleştiren bir şey yazmaları zaten yasak olan yerel gazetelerin yazarları ise sergi açılışlarına davet bile edilmiyorlar.[7]
Katar’ın iki milyona yaklaşan ve büyük ölçüde Sünni Müslüman olan nüfusunun sadece dörtte biri kadın. Nüfusun çoğunluğu ise hiçbir hakka sahip olmayan Güney Asyalı geçici işçiler. İngiliz mandası iken bağımsızlığını 1971’de kazanan ve Birleşik Arap Emirliklerine katılmamayı tercih eden Katar, eski bir aşiretten gelen Es-Sani hanedanı tarafından şeriatla yönetiliyor. Sabık emirin 1995’te başa geçmesiyle yaşanan sınırlı liberalleşme sürecinde Katar’ın tarihinde ilk kez seçim yapılıyor; kadınlara da seçme ve seçilme hakkı tanınan 1999’daki Belediye Meclisi seçimleri. Kadınların toplumsal yaşamdaki etkisi bir miktar artıyor. El Cezire televizyonu kuruluyor. Ama ülkede siyasi parti ve sendika yok. Şeriat mahkemeleri 2003’te kaldırılmış olsa da, recim ve kırbaç cezaları hâlâ uygulanıyor; kadınların mahkemelerde şahitlik yapmasına kimi zaman izin verilse bile, oyları bir erkeğinkinin yarısı kadar sayılıyor. Evlenme, boşanma gibi konular hâlâ şeriat hükümlerine tabi. Topraklarında 1940’larda petrol, arkasından da doğal gaz rezervleri bulunması sonucunda, gayrısafi milli hasılası ile dünya üçüncüsü. İşte bu sayede Katar dünyada her şeyin en pahalısını, en büyüğünü, en yükseğini satın almakta ve inşa etmekte Abu Dabi ve Dubai gibi öteki Körfez emirlikleriyle yarışıyor.
Doha, Katar
Çağdaş sanat ve din vurgusu
Komşu Abu Dabi müzeleşme atılımıyla başkentinde Louvre ve Guggenheim gibi prestijli Batılı sanat kurumlarının şubelerini kurmaya girişirken, Katar kendi hanedanının koleksiyonlarını sergilemeye yöneliyor. Ama bir yandan da Batı müzelerinde kimi sergileri destekleyerek, sıkı işbirliklerine girerek, yatırımlar yaparak oralarda varlığını gösteriyor. Sponsorluk yaptığı etkinliklerden birisi, Japon sanatçı Takashi Murakami’nin Versailles Sarayı’nda 2010’da gerçekleşen sergisi. Katar’ın sergiye desteğinin iki buçuk milyon euro mertebesinde olduğu tahmin ediliyor.[8] Hemen akabinde, 2012’de, Murakami daha büyük bir sergiyi Doha’da açıyor. Damien Hirst’ün 2012’de Londra’da Tate Modern’daki sergisine de Katar iki milyon sterlin katkıda bulunuyor. Karşılığı, Hirst’ün Doha’da 2013 Ekim’inde açacağı, Relics (Rölikler) başlıklı şimdiye kadarki en büyük retrospektif sergisi. Bu aynı zamanda Katar ile Birleşik Krallık arasındaki “eşsiz kültürel ilişkilerin” bir kutlaması olan Qatar UK 2013 adlı programın bir parçası.[9]
Japon sanatçı Takashi Murakami’ye göre Doha’da sergi açmak “hayatta bir kez karşısına çıkacak bir fırsat”; ancak o sayede istediği büyük ölçekli işi gerçekleştirme olanağı bulmuş çünkü “dünyanın başka hiçbir yerinde artık sanata bu ölçekte yatırım yapılmıyor.”[10] Murakami’nin Murakami-Ego başlıklı şimdiye kadarki en büyük sergisi, Doha’daki İslam Sanatı Müzesi’nde düzenlenecekken, sanatçı müzenin salonlarını yeterince büyük bulmayınca bu sergi için inşa edilen El Revak adlı geçici (sonradan kalıcı olan) bir pavyonda 9 Şubat-24 Haziran 2012 arasında gerçekleşti. 200 zanaatkâr çalıştı ama Murakami’nin 100 metre uzunluğundaki duvar resmi yine de açılışa yetişmedi. Serginin girişinde sanatçının altı metrelik dev şişme portresi, Murakami’yi meditasyon yapan bir Buda pozunda temsil ediyordu.[11] Zaten serginin asıl teması da “dindi… ulusların arasında açılan kültürel mesafeleri dinin aşabileceği idi”. Kendisiyle yapılan söyleşide Arap kültürüyle bu ilk karşılaşmasının bıraktığı izlenim sorulduğunda Murakami Doha’yı “Star Wars’daki gibi fütüristik bir yer” olarak niteledi.
Murakami-Ego, 2012
Arap Modern Sanat Müzesi Mathaf (Arapça ‘müze’ demek) girişiminin arkasında, sabık emirin üç karısından ikincisi, yeni emirin annesi, Katar’ın Eğitim, Bilim ve Toplumsal Gelişim Vakfı Başkanı Şeyha Moza Bin Nasır El-Misned’in desteği var.[12] Ama koleksiyonun çekirdeğini yine aileden birisinin, yeni emirin kuzeni Şeyh Hasan’ın 1980’lerden beri topladığı eserler oluşturuyor. Yerel sanatçıların toplu sergilerinin ardından, bu müzede tek sanatçıya ayrılan ilk sergi, New York’ta yaşayan Çinli sanatçı Cai Guo-Qiang’nınki oldu. 2011’de açılan Serap başlıklı sergi için sanatçıya ısmarlanan 16 yeni eser, İslam mimarlığından ve bezemesinden ilham aldı ve yerli gönüllülerin katkısıyla Doha’da üretildi.[13] Ama açılışta “Siyah Seremoni” sırasında gündüz atılan fişekler serginin asıl atraksiyonu idi. Görkemli gösteride müzenin yakınlarındaki çölde mikroçiplerle kontrol edilen 8300 kapsül patlatıldı. Gökyüzünde oluşan on ‘manzara’, tıpkı serginin geri kalanı gibi, “Arapların tarihsel ve çağdaş ikonografisi kadar, [sanatçının kendi doğduğu yer olan İpek Yolu üzerindeki] Quanzhou’nun İslam geçmişini çağrıştırmayı” amaçlıyordu.[14]
Cai Guo-Qiang’ın Mathaf’taki sergisi Serap’ın açılışı: “Siyah Seramoni”, 2011
Sergi binasının önüne ve hemen içeride avluya yerleştirdiği 62 kayayı Cai Guo-Qiang memleketi Quanzhou’dan getirmiş. Her birinin üzerine, tarihte bir zamanlar Quanzhou’da yaşayıp ölen Arapların mezartaşlarından alıntılanan Kuran’dan sureler kazınmış. Eserin adı Homecoming/Yuvaya Dönüş. Serginin geri kalanı da bu minval üzerine devam ediyor.
Cai Guo-Qiang, Homecoming/Yuvaya Dönüş
Doha’da Mathaf’ın yanı sıra öteki önemli sanat kurumu, binası I. M. Pei tarafından tasarlanan ve 2008’de açılan İslam Sanatı Müzesi. Önündeki yeni parka 2011’in sonunda yerleştirilen Richard Serra’nın heykeli “7”, tam 24 metre yüksekliğinde ve yedi çelik tabakanın birbirine çatılmasıyla ayakta duruyor. Serra’ya göre heykel “İspanya’dan Yemen’e, incelediği minarelerden” esinleniyor.[15] Ve yedi İslam’da kutsal bir sayı. Aynı alana başka heykeller de yerleştirilecek. Bunlardan birisi, Cai Guo-Qiang’un Doha’daki sergisi için daha önce Çin’den getirdiği kayalar.
Doha’daki İslam Sanatı Müzesi’nin önünde Richard Serra’nın “7” isimli heykeli
Tıpkı Murakami, Cai Guo-Qiang ve Serra gibi, Şeyha El-Mayassa’nın kendi ofisinin başına getirdiği ve Katar Müzeleri Yönetimi’nin Mütevelli Heyeti’ne aldığı, Christie’s eski başkanı Edward J. Dolman de amaçlarını özetlerken İslam sanatına vurgu yapıyordu: “Müzeler kurarken asıl hedef, sanatsal diyaloğu teşvik etmek ve İslam sanatının yalnızca bölgenin değil, dünyanın tarihi ile iç içe geçmiş olduğunu insanların anlamalarını sağlamak.”[16] Hedef bu olunca, özgürce yorumlanmaya, sonsuz çağrışımlara açık sanat eseri, bir fikrin zoraki illüstrasyonuna dönüşüyor.
Sansür, baskı ve riya
Murakami’nin ‘fütüristik’ ülkesinde Arap başkaldırılarını desteklemek üzere “Tunus Yasemini” başlıklı şiirini okuyan ve Arapları kendilerine dayatılan rejimlerden kurtulmaya çağıran Katarlı şair Muhammed El-Acemi, 2011’de önce müebbet hapse, sonra cezası düşürülerek 15 yıla mahkûm olup tutuklanınca, insan hakları kuruluşları özellikle Britanya müzelerini Katar’la ilişkilerinde dikkatli olmaları konusunda uyarmıştı: “Eğer kendinizinkine karşıt değerlere sahip bir kurumdan ya da ülkeden para alacaksanız, orada olan bitenle ilgili gerçekleri, insan hakkı ihlallerini örten bir halkla ilişkiler kampanyasına hizmet ediyor olmamak için çok özen göstermek gerek”.[17] Oysa benzer bir hak ihlalinde Çinli sanatçı Ai Weiwei’e arka çıkan Victoria & Albert, Tate, Serpentine, Royal Academy, British Library, British Council gibi kurumlar El-Acemi söz konusu olunca, destek olmak bir yana, seslerini çıkarmaktan kaçındılar. Halbuki o zaman mesela Tate Modern binasının cephesine boylu boyunca “Ai Weiwei Serbest Bırakılsın” diye yazmaktan çekinmemişti.[18] Şimdi tüm bu kurumların özellikle Qatar UK 2013 kapsamında Katar’la yaptıkları işbirliğini savunan, kendilerince öncelikli ve geçerli gerekçeleri vardı.[19]
Diğer Körfez ülkelerinde olduğu gibi Katar’da da suskunluk ve gizlilik geçerli; şeffaflık ve açıklık ender görülen nitelikler. Şaşırtıcı olan, Batılıların bu konudaki işbirliği ve riyası. Katarlı sanatçılara, yazarlara, gazetecilere uygulanan baskılara ve kısıtlamalara Katar’da çalışan Batılılar da maruz kalıyor ve yine sessizliği yeğliyorlar. Örneğin, Katar Müzeleri Yönetimi’nin başındaki (eskiden ABD’nin prestijli sanat okulu Rhode Island School of Design’ı yöneten) Roger Mandle, yetkililerden izin almadan The Art Newspaper’a demeç bile veremiyor.[20]
“Katar Batı müzelerinde kimi sergileri destekleyerek, sıkı işbirliklerine girerek, yatırımlar yaparak oralarda varlığını gösteriyor” demiştim, o zaman ister istemez akla geliyor, bu sessizliğin nedeni tam da bu ‘varlık’ olmalı.
[7] Robin Pogrebin, “Qatari Riches”.
[8] Versailles Sarayı’nda eserleri sergilenmek üzere seçilen iki çağdaş sanatçının, Jeff Koons ve Murakami’nin, aynı zamanda zengin Fransız işadamı François Pinault’nun koleksiyonunda bolca yer alan favorileri arasında olması; üstelik Versailles müzesinin yöneticisinin daha önce Pinault’nun Venedik’teki sanat mekanı Palazzo Grassi’nin yöneticisi olması eleştirilere neden olmuştu. Frédéric Bonnet, “Murakami is No Competition for the Sun King”, The Art Newspaper (Kasım 2010) http://www.theartnewspaper.com/articles/Murakami-is-no-competition-for-the-Sun-King/21845 (26 Temmuz 2013).
[9] http://www.damienhirst.com/news/june-2013/doha (26 Temmuz 2013). Bir yıl sürecek program boyunca Katar’da Royal Academy of Arts’ın düzenlediği bir sergi açılacak; Londra’daki Serpentine Gallery’de İsviçreli sanatçılar Peter Fischli ve David Weiss’ın sergisini Katar finanse edecek ve sergilecek enstalasyon gelecek yıl Doha’ya gidecek; British Library’deki arşiv malzemesinin dijital ortama geçirilmesi için Britanya ve Katar üç yıl boyunca işbirliği yapacak.
[11] “Murakami in the Middle East”.
[12] Melanie Gerlis, “New Emir for Qatar”, The Art Newspaper (25 Haziran 2013).
[15] Nicolai Hartvig, “Qatar Looks to Balance Its Arts Scene”.
[19] Cristina Ruiz, “Warning Over Qatar’s Human Rights Record”.