İnternet Çağının Müzesi: Vergiden Muaf Sanat Depoları

Google N-gram viewer’a[1] göre, 20. yüzyılın ortasından itibaren “imkânsız” kelimesinin kullanımında ciddi bir düşüş yaşandı. Peki bundan ne anlamamız gerekiyor? “İmkânsız” olan şeyler gün geçtikçe azalıyor mu? Yoksa “bizatihi” imkânsızlık tarihsel bir düşüş eğiliminde mi? Belki de sadece olabilirlik koşullarında bir değişim yaşanıyordur. Mümkün olan kadar, imkânsız olanı da tarihsel ve dışsal koşullar mı belirliyor?

Kant’a göre, algılamanın ve anlamanın gerekli koşulları zaman ve mekândır. Zaman ve mekânın yokluğunda ne bilgi, ne deneyim ne de görü yer alabilir. Kant bu yaklaşıma “eleştiri” adını verir. Bunu aklımızın bir kenarında tutarak şu soruyu gündeme getirelim: çağdaş sanat ne tür bir zaman ve mekânda ortaya çıkabilir? Ya da: çağdaş sanat eleştirisinin zaman ve mekâna dair önermeleri nelerdir?

Bu husustaki literatürü kabaca özetlersek, çağdaş sanatı mümkün kılan şey neoliberal sermaye, ve ona eşlik eden internet, bienaller, sanat fuarları, bunlara koşut olarak açılan gezici müzeler, ve gün geçtikçe artan gelir dağılımı eşitsizliğidir. Bunlara, asimetrik savaşı –ki servetin bölüşümünde meydana gelen büyük çarpıklaşmanın sebeplerinden biridir–, emlak spekülasyonunu, vergi kaçakçılığını, para aklamayı ve finansal piyasaların deregülasyonunu da ekleyebiliriz. 

Peter Osborne’un bu konudaki zihin açıcı düşüncelerine atıfla söylersek: Çağdaş sanat, (küresel) bir zaman ve mekânın yokluğuna delalet eder. Dahası, farklı zaman ve mekân tasarımlarından oluşan bir dizinin üzerine kurmaca bir bütünlük yansıtarak, müşterek bir yüzey yanılsaması yaratır.[2]    

Böylelikle, çağdaş sanat, küresel müştereklerin ikamesi, müşterek bir zemin, zamansallık ve mekân yokluğunun temsilcisi haline gelir.

 

 

Cenevre serbest limanının önündeki “Dikkat Köpek Var!” levhası

 

Çağdaş sanatı tanımlayan, mekânların sayısındaki artış ve hesap verme mecburiyetinden muafiyettir. Çağdaş sanat, dünyanın her yerinde kentleri dönüştüren ve kentsel mekânı yeniden örgütleyen büyük çaplı gayri menkul operasyonları yoluyla faaliyet gösterir. Servetin yeniden dağıtılmasına vesile olarak sanat piyasasında artçı patlamalar tetikleyen iç savaşların uzamıdır aynı zamanda çağdaş sanat. İnternet sunucularında ve fiber optik altyapı aracılığıyla cereyan eder. Kamu borçlarının mucizevi bir şekilde kişisel servete dönüştüğü her yerde çağdaş sanat vardır. 

Çağdaş sanat ulusal egemenliği devredışı bırakan yeni fiziksel mekânlar da yaratır.

Günümüzden bir örnek verecek olursak: serbest liman sanat deposu.

Tüm serbest liman sanat depolarının anası Cenevre serbest limanıdır; eski bir yük istasyonu ile endüstriyel antrepoyu da bünyesinde barındıran vergiden muaf bir bölge. Geçen sene burada yeni bir sanat deposu açıldı. Daha birkaç yıl öncesine kadar bu serbest liman resmen İsviçre’nin parçası bile sayılmıyordu.

Binanın, binlerce Picasso eserine ev sahipliği yaptığı söyleniyor. Lakin, kesin bir sayı vermek mümkün değil çünkü şeffaf bir belgeleme sistemi yok. Yine de, içerik itibariyle, dünya yüzündeki herhangi bir büyük müzeyle yarışabileceği şüphesiz.[3]   

Buranın, halihazırda dünyadaki en önemli sanat mekânlarından biri olduğunu varsayalım. Söz konusu mekân kamusal olmamakla kalmıyor, aynı zamanda çok ilginç bir coğrafya içinde yer alıyor.

Hukuki açıdan bakacak olursak, serbest liman sanat mekânları bir bakıma sınırötesi mekânlar. Bazıları havalimanlarının transit bölgelerinde ya da vergiden muaf bölgelerde bulunuyor. Keller Easterling, serbest bölgeyi “depolama maksadıyla çitlerle kuşatılmış bölge”[4] olarak tanımlıyor. Şimdilerde, kopyalanıp dünya üzerindeki pek çok yere yapıştırılan asli bir küresel şehircilik unsuru haline geldi. Serbest bölgeler, Keller Eastlerling’in tabiriyle “dışsal devlet idaresine” ya da “devletdışı devlet yönetimine” [extrastatecraft] örnek teşkil eder; ulus-devletlerin hükmünün geçmediği “melez bir istisna halidir” bu. Kuralların ortadan kalktığı bu muafiyet halinde, sıradan vatandaşlar aleyhine şirketlere ayrıcalıklar tanınır; vergi mükelleflerinin yerini “yatırımcılar”, binaların yerini ise modüller alır:

[Serbest bölgeler], off-shore finans merkezlerininkine benzer avantajlar sunar: güvenlik ve mahremiyet, gevşek denetim, ve bir dizi vergi avantajı... Serbest limanlar iyiden iyiye birikmiş servetin kalıcı meskenleri haline gelse de, burada tutulan mallar teknik olarak geçiş halindedir.[5]

Dolayısıyla, serbest limanlar daimi geçiş bölgeleridir.

Serbest limanlar mekânda sabitlenmiş oldukları halde daimi gelgeçliğin ifadesi olamazlar mı? Bu yerlerin yegâne özelliği sınırötesi mekânlar olmaları mıdır? Bunun yanı sıra, kârlılık gözetilerek itinayla düzenlenmiş haydut bir sektör değil midir bu?[6]

 

 

Natural Le Coultre’un açık hava deposundaki konteynırlar

 

Serbest limanlar sayısız çelişki barındırır: Burası, bir yandan, nihai süreksizliğin bölgesidir. Aynı zamanda, kendi seçtikleri alanlarda denetimi bile isteye gevşeterek çökmüş devletleri taklit etmeye çalışan ulus-devletlerin ayakta tuttuğu hukukileşmiş hukuk-dışılık alanlarıdır. Thomas Elsaesser, arıza eşiğinde seyrederek hatırı sayılır avantajlar elde eden savaş uçaklarının aerodinamik özelliklerini tarif etmek için “yapıcı istikrarsızlık” tabirini kullanmıştı.[7] Bu uçaklar, bir anlamda, arzu edilen doğrultuda “düşüyor” ya da “aksıyor”lardı. Şimdi de, ulus-devletler, kasten “aciz” kaldıkları bölgeleri bünyelerine katmak suretiyle yapıcı istikrarsızlığı yürürlüğe sokuyor. Mesela, İsviçre’de “gümrük vergisinden muaf 245 antrepo”[8] bulunuyor – etrafı çevrilmiş, hukuki ve idari istisna alanları. Acaba devletler, şirketlerin ve şahısların servet seviyelerine göre uygulanan, ya da uygulanmayan (birbirinden) farklı yargı türlerini muhafaza eden birer depo mudur? Böylesi bir devlet, fırsatçı bir devletsizliğin üstünü örten bir ambalajdan mı ibarettir? Elsaesser’in de belirttiği üzere, tüm bu “yapıcı istikrarsızlık” muhabbeti İsviçreli sanatçılar Fischli ve Weiss’in Der Lauf der Dinge (Şeylerin Gidişatı, 1987) adlı eserleri hakkındaki bir tartışmadan çıkmıştı. Bu eserde, envai çeşit şey, coşkulu bir çöküş halinde şirazeden çıkıyor. Filmin görkemli de bir mottosu var: Dengenin en güzel hali çöküşün eşiğindeki halidir.   

Muhtelif işlevlerinin yanı sıra, serbest limanlar vergiden muaf sanata da ev sahipliği yapar. Eşyanın, neşe içinde, donmuş bir aksayan dengede ebediyen asılı kalabilmesi için denetimin ve arızanın arzu edilen “yapıcı istikrarsızlığa” göre ayarlandığı bölgelerdir buralar.

 

Vergiden Muaf Sanat

Tüm dünya genelinde, özünde lüks tampon bölgeler olarak tarif edilebilecek yerlerde devasa sanat depoları açılıyor: alınıp satılan sanat eserlerinin bir depodan ötekine taşınıp durduğu vergi cennetleri. Bu depolar, aynı zamanda, en önemli çağdaş sanat mekânlarından birini teşkil ediyor: off-shore ya da sınırötesi müzeler. Eylül 2014’te Lüksemburg ilk serbest limanını açtı. Cenevre serbest limanının başarısına öykünen yegâne ülke Lüksemburg değil: “2010 senesinde Singapur’un Changi Havalimanı’nda açılan serbest liman daha şimdiden neredeyse ağzına kadar dolmuş durumda. Monako’nun da bir serbest limanı var. Pekin’de açılması planlanan ‘kültüre ayrılmış serbest liman’ın dünyanın en büyük sanat depolama tesisi olması bekleniyor.”[9] Tesis kurma işini yürüten başlıca şirketlerden biri sanat taşımacılığı yapan Natural Le Coultre.

Serbest liman sanat depolama tesisleri birer gizli müzedir.

Mekânsal koşulları tasarımlarına yansır.  

İsviçre’deki baştan savma tesisin aksine, tasarımcılar, Singapur’daki sanat depolama tesisinde hünerlerini konuşturmuşa benziyorlar:

İşviçreli mimarlar, mühendisler ve güvenlik uzmanları tarafından tasarlanan 25.000 metrekarelik tesis, kısmen depo kısmen de sanat galerisi. İsviçre’nin ağırbaşlı ama güvenli serbest liman tesislerinin aksine, Singapur Serbest Limanı’nın tasarımında güvenlikle stilin buluşması hedeflendi. Lobi, sergi salonları ve mobilyalar çağdaş tasarımcılar Ron Arad ve Johanna Grawunder tarafından tasarlandı. Ron Arad’ın Cage sans Frontières (Sınır Tanımayan Kafes) adını taşıyan, devasa bir kemer şeklindeki heykeli lobiyi baştan sona katediyor. Çıplak beton duvarları süsleyen tablolar, tesise galeri havası katıyor. Koridorlar boyunca 7 tonluk kapılarla ayrılmış özel odalar ve kasalar sıralanıyor. Koleksiyonerler, lobiye yakın konuşlanmış özel galerilerde, müze standardındaki ışıklar altında eserleri görme ve olası alıcılara ellerindeki eserleri gösterme imkânı buluyor. Tesisin, ikinci bir inşaat hamlesiyle 50.000 metrekarelik bir alana yayılması öngörülüyor. Koleksiyonerler, diledikleri saatte, Serbest Liman çalışanları tarafından limuzinlerle uçaklarından alınıp, hiç vakit kaybetmeden tesise götürülüyor.  Kıymetli eserler taşıması halinde müşteriye silahlı eskortlar eşlik ediyor.[10] 

“Sınır Tanımayan Kafes” başlığının çifte bir anlamı var. Kafesin uçsuz bucaksız olduğunu belirtmekle kalmıyor; aynı zamanda, artık her yerin hapishane olduğunu ima ediyor. Sanata devlet idaresinin dışında kalan bir sığınak sunan bu tesisler, ulusal egemenliğin çatlaklarından sızıp kendi lojistik ağlarını kuruyorlar. Her an her yerde bulunan bu hapishanede kurallar hâlâ geçerli ama hangilerinin, kimler için geçerli olduğunu, içeriklerini ya da ne şekilde uygulandıklarını tam olarak kestirmek kolay değil. Kurallar ne olursa olsun, söz konusu malların değeriyle ters orantılı olarak hükümlerini büyük ölçüde yitirdikleri ortada. Fakat, bu yapı, üç boyutlu uzamın tek bir noktasında vücut bulan bir aygıttan ibaret değil. Burası, aynı zamanda bir hukuki, lojistik, ekonomik ve veri-tabanlı işlemler yığını; fiber optik ağların yanı sıra uçuş rotaları vasıtasıyla da birbirine bağlanan devlet yasaları, iletişim protokolleri, şirket standartları vs. yoluyla bulutlar ve kullanıcılar arasında aracılık eden bir yığın platform.[11]     

 

 

Cenevre serbest limanında bulunan bir sanat galerisi

 

Bir zamanlar müze, ulus-devletler için nasıl bir işlev gördüyse, günümüzde de serbest liman depoları bu “istif” için aynı işlevi görüyor. Bu depolar, ulusal hukukun ya kendi iradesiyle geri çekildiği ya da hükmünün ortadan kaldırıldığı, çeşitli egemenliklerin üst üste bindiği “adalarda” yer alıyor. Bienaller, sanat fuarları, mutenalaştırılmış gayrimenkullerin üç boyutlu sunumları ve yıldız mimarların müzeleri bu alanların kurumsal yüzünü oluşturuyorsa eğer, söz konusu gizli müzeler de onun karanlık yüzü, kara delik misali her şeyi içine çeken İpek Yolu’[12]dur.[13] 

Sanat eserlerini ve mekândaki hareketlerini düşünün. Vergiden muaf alanlar ağında ve bir depodan diğerine seyahat edip duruyorlar. Kim bilir, belki de yolculukları esnasında hiçbir zaman kasalarından çıkarılmıyorlardır. Bir depodan diğerine taşınırken onları gören olmuyordur. Asiler, uyuşturucular, türev ürünler ve yatırım aracı tabir edilen diğer benzerleri gibi kayıtsız kuyutsuz bir şekilde kasaların içinde bir ülkeden diğerine seyahat ediyorlar. Kasalar boş bile olabilir, nereden bileceğiz ki? İşte internet çağının müzesi – ama ağın karanlık yüzüne ait, hareketin karartıldığı ve veri-alanının bulutlarla gölgelendiği yerde.

 

 

 

Hito Steyerl’in e-flux dergisinin Mart 2015 sayısında yayınlanan “Duty-Free Art” başlıklı yazısının 3. ve 4. bölümlerinden kısaltılarak çevrilmiştir.   

 



[1] Wikipedia: 1800 ve 2012 yılları arasında İngilizce (Amerikan ve İngiliz İngilizcesi), Fransızca, Almanca, İspanyolca, Rusça, İbranice ve Çince yayınlanmış kitaplarda, aradığınız kelimenin veya kısa cümlenin yıllara göre kullanım sıklığını gösteren görüntüleyici.

[2] Osborne, çağdaş sanatın “şimdiki zamanların kopuk birlikteliğini” ifade ettiğini ileri sürer. “Dolayısıyla, tarihsel bir kavram olarak çağdaş, insan ömürlerinin kendi içinde farklılaşmış toplamına bir bütünlük görüntüsü verir...” Peter Osborne, Anywhere or Not At All: Philosophy of Contemporary Art (Londra: Verso, 2013), 22. 

[3] “Şu kadarını söyleyeyim ki, sanat tacirleri, danışmanları ve sigortacıları arasında burada [Cenevre serbest liman sanat deposu] dünyanın en büyük müzelerinde birini kurmaya yetecek kadar sanat eseri depolandığına dair yaygın bir kanı var.” David Segal, “Swiss Freeports are Home for a Growing Treasury of Art”, New York Times, 21 Temmuz 2012.

[4] Keller Easterling, Extrastatecraft: The Power of Infrastructure Space (Londra: Verso, 2014).

[6] Maria Maurisse, “La ‘caverne d’Ali Baba’ de Genéve, plus grand port franc du monder, ignore la crise”, Le Figaro, 20 Eylül 2014: “Gizli bir belgeye göre, Cenevre serbest limanı, kantona yıllık 300 milyon İsveç frankı gelir sağlama potansiyaline sahip.”

[7] Thomas Elsaesser, “‘Constructive instability’, or: The life of things as the cinema’s afterlife?”: “Bu metnin çağdaş siyasal düşünce ve bu düşüncenin güdümlü çöküşle ilişkisine yönelik içerimleri, hem teknolojiye hem de siyasal kullanıma ilişkin tartışmalarıyla birlikte, son derece önemlidir: “Kökleri mühendislikte yatan [yapıcı istikrarsızlık kavramına] oldukça kesif bir neo-muhafazakâr gelenek nüfuz etmiştir. Örneğin, Condoleezza Rice, 2006 yılındaki İsrail-Lübnan savaşı sırasında yaşanan sivil ölümleri ve bu ölümlerin doğurduğu kaosu “yapıcı istikrarsızlığın” bir sonucu olarak tarif ederek bu siyasal kullanımın bir örneğini sergilemişti.

[8] Cynthia O’Murchu, “Swiss businessman arrested in art market probe”, Financial Times, 26 Şubat 2015.

[9] “Freeports: Über-warehouses for the ultra-rich”, The Economist

[10] Cris Pyrstay, “Singapore Bling”, Wall Street Journal, 21 Mayıs 2010.

[12] Adını tarihi İpek Yolu’nda alan çevrimiçi bir kara borsa – ç.n.

[13] Moskova sunuşuna katılan dinleyicilerden biri bu kara deliğin faydalarının da olduğunu; piyasa başarısı hedeflenerek üretilen bir sürü tapon sanat eserini bu sayede görmekten kurtulduğumuzu söyledi. Ben de bu yaklaşımı benimsiyorum.

sanat ticareti, çağdaş sanat