İnşa Hal(l)i

8/1/2012 / skopbülten / Murat Germen

"İnşa" kavramı bir süre için var olan ve sonunda bitmiş bir "ürün"e dönüşen geçici bir süreç olarak tanımlanabilir: Bir yapı, kültür, toplum, fikir, özgürlük veya dogma... Sadece fiziki yapılar değil, içinde yaşadığımız toplumun belkemiğini oluşturan gelenek, kültür, kimlik gibi unsurlar da inşa ediliyor; hatta artık bu eylemin bir adı bile var: toplum mühendisliği. Fikir özgürlüğü gibi bir değer bile bu inşa sürecinin bir parçası olarak kullanılabiliyor yer yer. Belli sınırlar içinde serbestliğe (“sınır” ve “serbestlik” çelişen kavramlar olmasına karşın) izin veren sistem herkesin düşüncesini, hatta “arzusunu”  rahatlıkla belirleyebiliyor. Üstelik izleyebiliyor ve gerekirse, televizyon, basın, sinema ve benzeri yayma araçlarını kullanarak nüanslarında çeşitli "gizli" ayarlamalara gidebiliyor. Bu veri toplama süreci sonunda gerekli tüm önlemler alınıyor: Sistemi eleştirebiliyor ama değiştiremiyorsunuz; istediğiniz her şeyi söylemekte serbestsiniz, yeter ki sistem için tehlike oluşturmayın. Bu güç karşısında çaresiz kalanlar, kendilerine sunulanı sorgulamadan kabul etmekten bir türlü vazgeçemiyor ve özgürlüklerini bile başkalarının tanımlamasına, yani inşa etmesine izin veriyor: Sonuçta başkalarının tanımladığı sınırlar çerçevesinde özgür olabiliyor, daha doğrusu özgür olduğunuzu sanıyorsunuz. Üstelik bu "özgürlük" satın alınabilir bir meta; diğer bir deyişle, özgürlük olarak sunulan "şey" büyük ölçüde aslında yaşama gücünüzü kaybedene kadar tüketme hürriyeti. Yani, sistemin size önerdiği sayısız "ayrıcalıklı" malı alabildiğiniz kadar özgürleşebiliyorsunuz.

Son zamanlarda özellikle büyük kentlerde mantar gibi bitmeye başlayan, değerlerinin çok üzerinde fiyatlara satılan ve özellikle İstanbul'u bitmek bilmeyen bir inşaat sahasına dönüştüren devasa konut projeleri de, hem fiziksel hem algısal açıdan bu sürecin parçalarını oluşturuyor. Dip dibe yerleştirilen yüksek yapıları, kapalı duvarlar ardında kent hayatından tecrit edilmiş "doğal" alanları, üç karışlık göstermelik bahçeleri, az sayıda insanın kullandığı orta karar sosyal tesisleriyle bu yapılar, aslında "sosyal konut" sınıfına girip gayet uygun fiyatlarla satılmaları gerekirken, akıllara durgunluk veren fiyatlarla yatırım aracına dönüştürülüyor. Projelerin yatırım aracı olarak görülmesini sağlayan basındaki promosyon çalışmaları da tam bir "inşa" süreci: İnşaat yapılıyor, insanlar bunun "arzu edilen şey" olduğuna ikna ediliyor, maddi inşaatın arkasından algı inşası başlıyor, kurgu gerçeği yeniyor, para gene kazanıyor…

Bu serideki fotografların çekilmesinin nedeni sadece yukarıda tanımlanmaya çalışılan kaygı değil şüphesiz. Ortam olarak inşaat sürecindeki mekânların seçilmesinin sebebi, “tamamlanmamışlığın dinamizmi” olarak adlandırılabilecek bir kavram: Henüz bitmemiş bir inşaatın ya da eskiyerek eksilen harabenin büyüsü, izleyenin hayal gücüne bıraktığı alan. Atina’nın antik dönem stoasının kalıntıları bir rekonstrüksiyonla ayağa kaldırılıp sanki dün inşa edilip tamamlanmış bir yapıya dönüştürüldüğünde kaybolan tam da bu büyü. Yapının tümünü yepyeni bir biçimde ayakta gördüğünde izleyicinin heyecanı artacağına eksiliyor çoğunlukla. “Bu bina nasıldı, nasıl yaşadı, nasıl yaşlandı?” diye hayal kurma fırsatı vermiyor rekonstrüksiyon çalışması. Buradan hareketle, ülkemizde de birçok örneği olan ören yerlerinin o “eksik” halleriyle insanları daha çok cezbettiğini fark etmek olası hale geliyor; yerlerde duran kolon parçaları, lentolar, alınlık parçalarını bir yap-boz çözer gibi aklımızda bir araya getirmeye çalışıyoruz ister istemez. İnşaat eyleminin doğasında da var olan bu tamamlanmamışlık bizi hayal kurmaya itiyor, tamamlanmış bir ürün ise bütünü oluşturan tüm detayları sergilediği için öykü yaratma potansiyelini kaybediyor: Çözülecek bir bilmece veya yazılacak bir hikâye kalmıyor. İnşaatlar da bitmiş yapılara dönüşmeden önceki safhalarında, aynı ören yerleri gibi. “Ruins: An Aesthetic Hybrid” (Harabeler: Bir Estetik Melez) adlı makalesinde Paul Zucker "zamanın etkisi veya bilinçli harap etmeyle enkaz haline gelen 'noksan' ören yerleri, insan yapısı formlar ile organik doğanın bileşimini temsil eder" diyor. Bu doğrultuda, "inşa" ne kadar tamamlanmamış olursa, akıl hayale yer açar; hayat doğaya yaklaşır, sürprizler çoğalır ve sınırlar ortadan kalkar: Metnin sonlarında tarif edilen inşa sürecindeki tamamlanmamışlıktan kaynaklanan esnekliğin, başta tanımı yapılan dogmatik inşa eyleminin tamamlanmışlığındaki sabit yapıyı rahatlatması dileğiyle…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Fotoğraflar: Murat Germen