Güvencesizleştirmede Sıra Sanatçılara Geldi

Bir yıl kadar önce, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Devlet Tiyatroları’nın özelleştirilmesine ilişkin açıklamasıyla başlayan süreç, tiyatro çevrelerinde küçük bir dalgalanmadan sonra yerini sessizliğe bırakmıştı. Bu sessizlik, geçtiğimiz haftalarda Başbakanlığın hazırlattığı yeni yasa taslağının basına sızdığı haberiyle delindi. Verilen ayrıntılara bakılacak olursa, taslak beklendiği gibi, Devlet Opera ve Balesi’ni de kapsıyor.

Proje Yeni Değil

Elbette başbakanın açıklaması mesnetsiz değildi; aksine, diğerleri gibi, öncesi ve sonrasıyla adım adım örülmüş bir projenin fitiliydi ateşlenen. Zira Kültür Bakanlığı 1999’dan bu yana Amerika ve İngiltere gibi ülkelerin sanat kurumları hakkında raporlar hazırlatmaktaydı. Raporlar işe yaramış olmalı ki yeni yasayla uygulanması düşünülen model de “İngiltere modeli” denilen, Anglosakson modeli. Söz konusu raporlar üç aşağı beş yukarı, 2009 yılında hazırlatılan şu raporla aynı sonucu içeriyordu:

"İngiltere’de kamu kuruluşu niteliğinde herhangi bir sanat kuruluşunun mevcut olmadığı, bununla birlikte; ülkemizdeki kamu sanat kurumlarında çalışan sanatçıların 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi kadro karşılığı sözleşmeli personel statüsünde çalıştırılmalarının, bu statünün sağladığı güvenceler nedeniyle icra ettikleri sanat dallarının gerektirdiği rekabet, dinamizm, yaratıcılık gibi özelliklerinin korunup geliştirilmesi için gerekli olan ortamı sağlayamadığı, [...] sanatçıların 657 sayılı Kanunun sağladığı güvencelerin dışında bir sözleşmeyle istihdam edilmesi, sanatsal yeterliliklerinin sınanması, yetersiz görülenlerin sözleşmelerinin feshedilmesi noktalarında idarenin elini rahatlatacak düzenlemelerin yapılmasının yerinde olacağı sonuç ve kanaatine varılmıştır."

Taslak Neyi Öngörüyor?

Geçtiğimiz bir yıllık süreçte iki ya da üç taslak çalışmasının yürütülmekte olduğu kulaktan kulağa dolaşıyordu. Geçtiğimiz yıl kadro sınavı açmak isteyen devlet orkestralarının, “devlet kurumlarında bundan böyle kadrolu sanatçı istihdam edilmeyecek” cevabı aldıkları da basına yansımıştı. Yani bir dönüşüm bekleniyordu ama doğrusu bu ya, konunun muhataplarınca pek de kondurulamıyordu.

Radikal’in iki gün üst üste yayınladığı haberlere göre, taslaklardan biri, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, Opera ve Bale Genel Müdürlüğü ve Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne hazırlatılıyor ve bu taslak, söz konusu kurumların kapatılması değil, 2009 tarihli raporun önerdiği gibi, sözleşmeli istihdama geçişi ve repertuvara müdahale edecek bir kurulun oluşturulmasını öngörüyor.

Yine haberlerde ayrıntılarıyla yer verilen ikinci taslak ise Başbakanlık tarafından, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’ya hazırlatılıyor ve haberde verilen ayrıntılara bakılırsa, bu taslak, Devlet Tiyatroları ile Devlet Opera ve Balesi’ni, özelleştirmeyi filan değil, düpedüz lağvetmeyi öngörüyor. Bu ikinci taslağa göre, kurumlar kapatılacak, halihazırda kadrolu sanatçılar emekliliğe teşvik edilecek ya da Kültür Bakanlığı’na devredilecek. Devlet bundan böyle sanata proje bazında destek verecek ve bu projeleri sanatçılar, teknik personel, STK temsilcisi ve bakanlık bürokratlarından oluşması öngörülen –elbette bunların kaç kişi ve kimler olduğu henüz bizim için belirsiz bir kurul tarafından belirlenecek; söz konusu destek proje maliyetinin %50’sini geçmeyecek.

AKP Ne Yapıyor?

Sanat alanındaki tasfiyenin bunca gecikmesi şaşırtıcı değil. Zira Kemalist elitizmin en güçlü kaleleri olan tiyatro, opera-bale ve senfonik müzik, aynı zamanda AKP kadrolarının zayıf olduğu alanlar. Ancak AKP’nin Devlet Tiyatroları, Opera ve Balesi’ne karşı tavrı salt bir ideolojik hesaplaşmaya indirgenemez.

İktidara geldiği günden beri AKP iktidarına karşı en yaygın muhalefet, doğrudan onun muhafazakâr veçhesini hedef aldı ve AKP’nin aynı zamanda Türkiye’de neoliberalizmin başat temsilcisi olduğu göz ardı edildi. Oysa bu iki kimlik hiçbir zaman birbirleriyle çelişen kimlikler değil. Neoliberal düzen, piyasa ilişkilerinin yaygınlaşması önündeki bütün engelleri kaldırırken, milliyetçiliği, otoriterleşmeyi ve muhafazakârlığı da yardıma çağırır. Bu bakımdan, 4+4+4, nasıl hem dini eğitimin önünü açıp, aynı zamanda Tükiye’nin kapitalist büyüme hedeflerinin gerektirdiği ucuz ve ara iş gücünü kısa dönemde yetiştirmeyi amaçlıyorsa; AKP’nin muhafazakar kadın politikaları da, kadını aynı zamanda bir üretim ve tüketim birimi olarak neo-liberalizmin ihtiyaçlarını karşılamak üzere tasarlanan aileye hapsetmeye çalışıyor. AKP iktidarının diğer icraatları gibi, kültür politikaları da, neoliberal ve muhafazakâr söylemlerin nasıl ustalıkla birbiri içinde eritildiğini görmeden izah edilemez.

Bu bakımdan, karşımızdaki tehlikeyi, hâlâ klasik müzik mail gruplarında tartışıldığı üzere, “Cumhuriyet değerlerinin” değil, doğrudan doğruya, güvenceli çalışma ve güvenceli gelecek hakkımızın elimizden alınması bağlamında anlamak gerekir. Zira bu saldırı, eğitimden sağlığa her alanda öngörülen güvencesizleştirmenin, esnek çalışma ve performansa dayalı ücret sisteminin bir parçasıdır. Söz konusu kurumların yıllar içinde “hantallaşmış yapısı” iş güvencesinin ortadan kalkmasına gerekçe olamaz. Bu konuda getirilen eleştirilerin haklılık payını gözden kaçırmamakla birlikte, hükümetin çözüm üretmek yerine, sorunun varlığını kendi politikalarını meşrulaştırmak üzere kullanmakta olduğu açıktır.

 

 

 

Biz Ne Yapacağız?

Önümüzdeki günlerde verilecek bir mücadelenin öznesi olan sanatçı ve kurum çalışanlarının, yani tüm sanat emekçilerinin, hem karşılarındaki saldırının niteliğini hem de kendi sınıfsal pozisyonlarını doğru bir yerden analiz etmeleri çok önemli; zira böylesi bir mücadelenin örgütlenmeksizin ve diğer toplumsal muhalefet aktörleriyle ortaklaşmaksızın yürütülemeyeceği aşikâr.

Mücadelenin sınıf perspektifiyle yürütülmesi açısından, geçtiğimiz haftalarda, KESK’e bağlı Kültür Sanat-Sen’in çağrısıyla Taksim’de gerçekleştirilen eylem son derece kıymetliydi. Unutmamalı ki sendika söz konusu kurumların tüm çalışanlarını, görev ve statü farkı gözetmeksizin örgütleme kapasitesi olan tek adres. Umalım ki bu başlangıç sanatçılar için, kendileriyle aynı mücadeleyi veren milyonlarca emekçiyle biraraya gelmenin vesilesi olsun. Bakarsınız eylemde söylenen Onuncu Yıl Marşı da süreç içinde yerini işçi marşlarına bırakıverir.

 

 

 

 

sanat ve emek, prekarite