Farstan Sonra

Claire Fontaine, “P.I.G.S [Portugal, Italy, Greece, Spain]”,[1] 2011

 

Öngörülerim berbattır. 2008 mali krizinden sonra kuşkusuz sanat piyasası çökecek, sanat dünyası dönüşüm geçirecekti. Yanlış. Occupy hareketi, her şeyi bir avuç zengin muktedire emanet etme alışkanlıklarını gözden geçirmeleri için müze yöneticilerine bir uyarı olacaktı. Bu da yanlış. Yanlış çıkan başka öngörülerimi de sıralayabilirim ama sırf bu ikisi, benim bile kendi lafımı dinlemekten vazgeçmemin sebepleri konusunda yeterince fikir veriyordur. Onun için lütfen bana, Covid-19 saltanatı geçtikten sonra –eğer geçerse– sanat dünyasını nasıl bir geleceğin beklediğini sormayın. En ufak fikrim yok.

Ama son dönemde neler yaşandığı konusunda bazı fikirlerim var. What Comes After Farce? Art and Criticism at a Time of Debacle (Farstan Sonra Ne Gelir? Çöküş Zamanında Sanat ve Eleştiri) başlıklı kitabımın konusu bu. Mevcut olağanüstü hal Mart 2020’de başlamadı; Eylül 2001’e kadar geri gidiyor. 11 Eylül’den beri, ABD’de de başka yerlerde de, hukukun üstünlüğünün kimi zaman askıya alındığı ve çok sayıda insanı şu veya bu ölçüde risk altında bırakan sallantılı bir dünyada yaşıyoruz. Virüs tüm bunları daha bariz hale getirdi, o kadar.

Avangard, tarihsel olarak, hukukun baskıcı varlığına meydan okumayı amaçlamıştır – o hukuk ister sanatsal, ister toplumsal, ister politik anlamda veya her üç anlamda olsun. Peki hukukun dengesiz ve öngörülmez olduğu, her olayda keyfî biçimde uygulandığı zamanlarda sanatçılar, yazarlar ve başka kesimler buna nasıl tepki gösteriyor? Olağanüstü halde yaratmak, hayatta kalmak nasıl oluyor?

Kitabımda izini sürdüğüm politik hatlardan biri bu. Bir diğer hat da işin mali yönüyle ilgili; aynı dönemde sanat kurumlarının çehresini değiştiren neoliberal uygulamaları inceliyor. Servet dağılımında giderek artan eşitsizlikler düşünüldüğünde, hem piyasaların hem de müzelerin muazzam genişlemiş olmasına şaşırmamalı; kültürel gösterişin damgasını vurduğu yeni bir Yaldızlı Çağ’ın başlaması da şaşırtıcı değil (2000 yılından bu yana 200’den fazla yeni özel müze açıldı). Şaşırtıcı olan, ilerici addedilen mimarların neoliberal ihtişama dikilen bu anıtları tasarlamak için birbirleriyle yarışması, ilerici addedilen sanatçıların da eserleriyle onları doldurmaya razı olması. O bildik çetin soru –para ne zaman temizdir, veya tersi, ne zaman fazla kirlidir sorusu– tüm vahametiyle geri döndü. Bunun sadece müze yöneticilerini ilgilendiren bir soru olduğu da söylenemez.

Kitabımdaki bir diğer hat da teknolojiyle ilgili; burada özellikle “yapay görme” (makineler tarafından, başka makineler için üretilen imgeler), “kullanıma hazır imgeler” [operasyonel imgeler/operational images] (dünyayı temsil etmekten ziyade ona müdahalede bulunan imgeler), insanların veri göstergesi olarak algoritmalar yoluyla fişlenmesi gibi gelişmelerin ardından, mecralarda yaşanan dönüşümleri ele alıyorum. Bugün çoğumuz, teknolojik ve politik açıdan kontrolümüzü fazlasıyla aşan bir dünyaya bakıyoruz ve bu uç durum, hem sanatçıları hem de eleştirmenleri uç formülasyonlar ortaya koymaya sevk etti.

Örneğin Trevor Paglen, dijital gözetime terk edilen bir dünyada sanatı bir “güvenli yer” olarak görüyor; Claire Fontaine ise, sanatın, her türlü hazır kimliğe karşı bir “insanlık grevi” olduğunu düşünüyor. Bazen, bu kadar keskin bir ışık altında eleştiri ile distopyayı ayırt etmek zor oluyor; ve bazen, neoliberal düzenin her yeri saran nihilizmine meydan okunduğu kadar, o nihilizmin katlandığı da oluyor.

Peki tüm bunların “fars”la ne ilişkisi var? Kitabımın başlığı, Marx’ın meşhur bir cümlesine gönderme: “Hegel, bir yerde, dünya tarihindeki tüm önemli olayların iki kez meydana geldiğini söyler. Şunu eklemeyi unutmuş: ilkinde trajedi, ikincisinde fars olarak.” Burada bahsettiği trajedi, Napoléon’un 1799’da iktidara el koyması; fars ise, kuzeni III. Napoléon’un 1851’de aynı hamleyi tekrar etmesi. Bonaparte kabilesi, nasıl olup da aynı suçtan iki kez yakayı kurtarabilmiştir? Marx’a göre, tekerrür en azından bir noktayı açıklığa kavuşturmuştur: Burjuvazi, kendi ekonomik tahakkümünü koruması söz konusu olduğunda, eşitlik, özgürlük, kardeşlik gibi demokratik değerlerini çöpe atmakta hiç tereddüt etmez.

Zamanımızda Trump da benzer bir açıklığa kavuşturmayı hayata geçirmiştir: Plütokratik destekçileri, anayasa hukukunun çöpe atılmasını, göçmenlerin günah keçisine dönüştürülmesini ve beyaz üstünlüğünü savunanların seferber edilmesini, finansal serbestleşme, vergi indirimi ve kurtarma paketleri yoluyla sermaye yoğunlaşmasının daha da artırılması karşılığında ödenen cüzi bir bedel sayıyor. Tıpkı Fransa’daki lümpenproletarya gibi, Trump’ın ABD’deki öfkeli yandaşları da, sömürüye tamamen terk edilirken bile sömürüden korunacaklarını sanmalarına yol açan eski vaadin tuzağına düşüyorlar.

O halde, trajedinin ardından fars geliyorsa, farstan sonra ne geliyor? Hiçbir şeyin zorunluluğu yok; hiçbir şey kesin değil. Bu kadar endişe verici bir zamanda etimolojik oyunlarla meşgul olmak mazur görülebilir. Fransızca farcir = “doldurmak” kelimesinden türeyen “fars”, orijinalinde, dinî bir oyunun perde arasında sunulan güldürü anlamına geliyordu. O halde fars denince, iki dönem arasındaki ânı anlayabiliriz – Gramsci’nin 1930 civarında tespit ettiği “marazi fetret devri” gibi. En azından, perde arası, başka bir dönemin gelmekte olduğunu düşündürür.

Kitabımdaki bir diğer terim olan debacle (çöküş) burada devreye giriyor. Debacle da Fransızcada “düşüş, göçme, yıkılış” anlamlarındaki kelimeden geliyor ama kökü débâcler = “çözülme”, Ortaçağ Fransızcasındaki desbacler = “kilidini açmak” kelimesinden geliyor ve bahar aylarındaki taşkınlarda olduğu gibi “bir nehirde buzun kırılması” anlamına geliyor. Dolayısıyla debacle ani bir güç salınımı demek – sonu muhtemelen kötü oluyor, ama iyi de olabilir. Hatta debacle, geleneklerde, kurumlarda ve yasalarda bir kırılış ve kuruluş diyalektiğine de işaret ediyor olabilirdi. Mevcut krizdeki fırsat da bu: altüst edici olağanüstü hali yapısal değişime dönüştürme, veya en azından sosyo-ekonomik düzende adaletsiz iktidara karşı konabilecek çatlakları zorlama fırsatı.

 

Hal Foster’ın 21 Mayıs 2020’de Lithub’da yayınlanan Out of This Disaster, New Approaches to Art May Emerge başlıklı yazısının çevirisidir.



çağdaş sanat