Aşağıdaki pasajlar, John Holloway’in 7 Mayıs 2015’te, Chiapas’ta düzenlenen “Eleştirel Düşünce, Kapitalist Hidra’ya Karşı” başlıklı uluslararası seminer dizisinde İspanyolca olarak yaptığı konuşmanın İngilizce çevirisinden alınmıştır. 2-9 Mayıs tarihleri arasında düzenlenen seminerlerin diğer katılımcıları arasında, John Berger, Michael Löwy, Immanuel Wallerstein, Silvia Federici gibi yazarlar yer almaktadır. John Holloway’in konuşmasının tamamı şuradan okunabilir: roarmag.org. 7 Mayıs oturumundaki tüm konuşmaları dinlemek için: radiozapatista.org
Eleştirel düşünceden benim anladığım facia düşüncesi, felaket tellallığı değil; daha ziyade dünyadan elini eteğini çektiğini sandığımız umudun peşinde koşan bir düşünce. Eleştirel düşünce kapalı olanı açan; sabitlenmiş olanı kökünden sarsan düşüncedir. Eleştirel düşünce fırtınayı anlamaya yönelik bir çaba ve daha fazlasıdır: fırtınanın ortasında başka dünyalara uzanan patikalar açan bir şey olduğunu anlamaktır eleştirel düşünce.
Fırtına yaklaşıyor; ya da doğrusu fırtına çoktan koptu. Ve giderek şiddetleneceğe benziyor. Çoktan kopmuş olan bu fırtınanın bir adı bile var: Ayotzinapa.[1] Dehşet olarak ve pek çok başka dehşetin sembolü olarak Ayotzinapa. Dördüncü Dünya Savaşı’nın yoğunlaşmış ifadesi olarak Ayotzinapa.
Bu fırtına nereden çıktı? Politikacılardan değil – onlar ancak fırtınayı şiddetlendirirler. Emperyalizmden de değil: devletlerin eseri olamaz bu fırtına; en güçlülerinin bile. Bu fırtına toplumun örgütlenme biçiminden kaynaklanıyor. Son kullanma tarihi çoktan geçmiş bir toplumsal örgütlenme biçiminin biçareliğinin, kırılganlığının ve zafiyetinin dışavurumu; sermaye krizinin ifadesi bu fırtına.
Sermaye demek başlı başına daimi bir saldırganlık demek. Sermaye denen bu saldırganlığın kendine has bir dinamiği var. Hayatta kalabilmek için her geçen gün hareketlerimizi daha şiddetli bir şekilde kâr mantığına tabi kılmak zorunda. İşte daha buradan belli sermayenin zafiyeti. Sermaye bize, ve bize dayattığı şeyi kabul etme isteğimize muhtaç. “Kusura bakma, bugün bahçeyle uğraşacağım”; “çocuklarımla oynayacağım”; “bugün vaktimi benim için anlamlı olan bir işe harcayacağım” ya da “yeter, sana boyun eğmeyeceğiz” diyecek olsak sermaye muhtaç olduğu kârdan mahrum kalacak; kâr oranı düşecek ve sermaye krize girecek. Bir başka deyişle: sermayenin krizi bizleriz: kriz denen şey bizatihi bizim itaatsizliğimiz, haysiyetimiz ve insanlığımız. Sermayenin krizi ve kurban olmayı reddeden haysiyet sahibi özneler olarak bizler, eleştirel düşüncenin peşinde olduğu umuduz. Sermayenin krizi bizleriz ve bundan gurur duyuyoruz; bizi öldüren bu sistemin krizi olmaktan gurur duyuyoruz.
İşte bu durumda sermaye çaresizliğe kapılıyor. Muhtaç olduğu bağımlılığı dayatabilmek için her yola başvuruyor: otoritarizm, şiddet, iş ve emek reformu, eğitim reformu. Bir de piyasaya bir oyun, bir kurgu sürüyor: “eğer ihtiyacımız olan kârı elde edemiyorsak biz de bu kârı yoktan var ederiz; aslında ortada olmayan, üretilmemiş bir değer için parasal bir temsil yaratırız” diyor, “hayatta kalabilmek için ve ihtiyacımız olan disiplini tesis edebilmek için borcu büyüteceğiz”. Borcun büyümesi demek aynı zamanda finans sermayesinin büyümesi demek. Ki finans sermayesi denen şey de bir toplumsal ilişki biçimi olarak sermayenin vahşi zafiyetinin dışavurumundan başka bir şey değil.
Ne var ki, bu kurgu sermayenin istikrarsızlığını artırıyor; ve her halükârda, farz olan disiplini sağlayamıyor. 2008’deki mali çöküşle beraber bu suni büyümenin sermaye açısından ne gibi tehlikeler barındırdığı ortaya çıktı. Ve sermaye için tek kurtuluş yolunun otoritarizmin dozunu artırmaktan geçtiği iyice aleniyet kazandı: Yunanistan’ın borcu etrafında dönen tüm pazarlıklar bize daha iyi huylu bir kapitalizmin mümkün olmadığını; sermaye için tek çıkar yolun kemer sıkma politikaları ve şiddet olduğunu gösteriyor. Yani, çoktan kopmuş olan fırtına ve yoldaki fırtına.
Bu durumda mücadele için iki seçenek var. Birincisi, “Tamam, sermaye üretmeye devam edeceğiz, sermaye birikimini teşvik etmeye devam edeceğiz, ama herkes için daha iyi hayat koşullarına ihtiyacımız var,” demek. Sol parti ve hükümetlerin, Syriza’nın, Podemos’un, Venezüella ve Bolivya’daki hükümetlerin tuttuğu yol bu. Fakat sorun şu ki, hayat koşullarını bazı açılardan iyileştirseler bile, sermayenin çaresizliği bakidir: Daha iyi bir kapitalizm gibi bir imkân yoktur.
Diğer seçenek, sermayeye veda etmek ve şöyle demek: “Biz başka tür yaşam biçimleri, başka tür ilişki biçimleri yaratacağız; sadece insanlar arasında değil, insanlarla diğer canlılar arasında da yeni tür ilişkiler kuracağız, paraya ve kâr güdüsüne değil kendi ortak kararlarımıza dayanan yaşam biçimleri kuracağız.”
Peki bunu yapacak gücümüz var mı? Kapitalist yatırımla ilgimiz kalmadığını, kapitalist istihdamla ilgilenmediğimizi söyleyecek gücümüz var mı? Hayatta kalmak için halihazırda sermayeye olan bağımlılığımızı toptan reddedecek gücümüz var mı? Sermayeye elveda diyecek gücümüz var mı?
Muhtemelen henüz yeterli gücümüz yok. Şu an burada bulunanlardan birçoğumuz, sermaye birikiminden elde edilen maaşlar ya da fonlar alıyor; bunları alamazsak da bir sonraki hafta gidip başka bir kapitalist iş ararız. Sermayeyi reddedişimiz, şizofrenik bir ret: Onunla yolumuzu ilelebet ayırmak istiyoruz, ama bunu yapamıyoruz veya bu bize çok zor geliyor. Bu mücadelede tamamen temiz kalmak diye bir şey yok. Sermaye yaratmaya son verme mücadelesi aynı zamanda sermayeye olan bağımlılığımıza karşı bir mücadele. Yani, yaratıcı yetilerimizi, üretme gücümüzü, üretici güçlerimizi özgürleştirme mücadelesi.
Bizim hedefimiz de bu, bu nedenle buraya geldik. Mesele elbette örgütlenmek, ama büyük harfle bir Örgüt kurmak değil, yaratmak istediğimiz çeşit çeşit dünyayı şimdi ve burada yaşamak için örgütlenmek.
Sabahleyin comandante’ler bizden provokatif kavramlar üretmemizi istediler. Galiba benim konuşmamı üç teorik provokasyonla özetlemek mümkün:
1. Eleştirel düşünce, faciadan bahseden düşünce değil, facianın içinde umudun izini süren düşüncedir.
2. Sermayenin krizi biziz ve bundan gurur duyuyoruz. Fırtına üzerine kafa yormaya başlayacağımız yer burasıdır.
3. Çokbaşlı canavar Hidra’yı yenmenin tek yolu, sermaye yaratmaya son vermek; paraya ve kâra değil, haysiyete ve kendi kaderini belirlemeye dayanan başka dünyaları yaratmak için uğraşmaktır.
Kulağa kolay geliyor, ama değil. Bu yolda nasıl ilerleyeceğiz, nasıl yürüyeceğiz? Soru sorarak yürüyeceğiz – sorarak, birbirimize sarılarak, ve örgütlenerek.
[1] 2014’te Meksika’da 43 öğrencinin devlet ve çetelerin işbirliğiyle kaybedilmesi olayı öğrencilerin okulunun adına istinaden “Ayotzinapa Olayı” olarak anılıyor – çn.