/ Dadanın 100. Yılı / Paris’teki İlk Dada Sezonu

14/1/2017 / skopbülten

Henüz Zürih’teyken hem Dada’yı hem kendisini Paris’te tanıtmak için tam bir yıl boyunca uğraşan Tristan Tzara nihayet 17 Ocak 1920’de Paris’e gitti. Francis Picabia’nın evine yerleşmesiyle Littérature dergisi takımının onu ziyareti bir oldu. [1] Tzara, Paris’te Dada’nın çekirdeğini oluşturacak André Breton, Louis Aragon, Philippe Soupault ve Paul Éluard ile birlikte, ‘ilk Dada sezonu’ diye anılan beş aya altı gösteri, iki sergi ve bir düzineden fazla yayın sığdırdı.

Paris’e gelişinden bir hafta kadar sonra, Littérature grubunun düzenlediği Cuma matinesinde Tzara ilk kez Paris sahnesine çıktı ve bir şiir ve müzik akşamı olarak tasarlanan toplantıyı Zürih usulü bir curcunaya çevirmeyi başardı. Sözde bir şiir söyleyecekti ama gazetede çıkan sıradan bir haberi okudu; üstelik kuliste Breton’la Aragon’un çaldıkları kulak tırmalayıcı zil sesleri eşliğinde. Söylendiğine göre aksanı o kadar berbattı ki, zil sesini o yüzden akıl etmişlerdi. Aragon’a kalırsa, Fransızca ‘Dada’ demeyi bile Tzara’ya belletmeleri gerekmişti![2] Seyirciler kıyameti kopardı, ortalık karıştı. Bundan böyle Tzara, Paris’teki kışkırtıcı Dada gösterilerinin hem düzenleyicisi hem de baş atraksiyonu oldu. Ölçüsüz taşkınlık ve edepsizlik seyircilerden karşılık gördükçe arttı. Ses çıkarmadan sahneyi izleyemeye alışmış seyirciler, zaman içinde karnaval havasındaki isyana kapıldılar, ayaklanmaya hazır bir güruha dönüştüler. “Bir yeni başyapıt ortaya çıkarmak dadacıların umurunda değildi”, sanatın tezahür ettiği başka formlarla benzerlik aramak boşunaydı; Dada olaylarının amacı “insan ruhunu bir nebze olsun prangalarından kurtarmaktı”.[3]  Breton, 1921 Mayıs’ında kaleme aldığı “Yapay Cehennemler” (Les Enfers artificiels) başlıklı yazıda izleyenleri afallatan Dada stratejilerini ve gösterilerini anlatmıştı. Başlık, Baudelaire’in afyonun ve esrarın etkilerini aktardığı Yapay Cennetler’e göndermeydi. Dada’nın Paris’te yarattığı insanları kendinden geçiren atmosferde öyle bir topluluk oluşmuştu ki, onları birarada tutan çekişme, kavga ve şiddetli uyuşmazlıktı. Zaten sahnedekiler baş göstermesi muhtemel uzlaşma tehlikesini ortadan kaldırmakta mahirdi.[4]

 

Dada’yı ‘Fransızlaştırmak’

Dada estetik ve politik bir başkaldırı olarak başlamış ve yayılmış; gösterileriyle izleyicileri sarsmış; hem edebiyatta hem sanatta geleneksel ifade biçimlerine bayrak açmıştı. Dadacılar önce Zürih, ardından Berlin, Köln ve Hannover’de boy gösterdiklerinde, söze ve imgeye dair alışılmış ne varsa yıkmaya girişmişlerdi. Bir yanda Ball’ın sözcüksüz, Tzara’nın simültane, Haussman’ın optofonetik şiirleri, Schwitters’ın Merz şiirleri ve Ursonatları; öte yanda Arp’ın rastlantısal kolajları ve rölyefleri, Berlinli dadacıların fotomontajları, Ernst’in kolajları, yine Schwitters’ın Merz resimleri, bu yolda yapılmış denemelerdi. Paris’te Dada neredeyse tümüyle yazarlardan oluşuyordu; Dada etkinliklerinde resim eksik değildi ama Paris’e özgü bir varlık göstermedi.[5] Buna karşılık, başta Breton olmak üzere Littérature çevresi Dada’yı edebiyatta Baudelaire’le başlayan başkaldırı geleneğine bağlamaya, onu ‘Fransızlaştırmaya’ çalışıyordu: Baudelaire, Lautréamont, Rimbaud, Jarry, Apollinaire ve sonra onlarla eklemlenen Dada. Tzara’nın böyle bir estetik hiyerarşiye aldırdığı yoktu, tam aksine, daha Paris’e gelmeden Breton’la yazışmalarında “şiire bakış konusundaki iddiam, hiçbir ölçüte bağlı olmamamdan dolayı” diyordu.[6] Aynı mektubunda Breton’un Dada’yı tarihselleştirme çabalarına mesafeli durduğunu da yazmıştı. Dada bir sürekliliğin parçası değil, değişimin vasıtasıydı. Breton ise bir yandan Dada’nın izleyicileri harekete geçirme ve durgun edebi hayatı sarsma gücüne inanıyordu, bir yandan da dozu sürekli artan saldırganlığa bağımlı olmak onu kaygılandırıyordu: “Kırıp dökmek, yok etmek konusunda sizin kadar hevesli ve tutkuluyum ama bunu gizli tutmak gerekmez mi? Eninde sonunda kendinizi oyun dışında bulma riskini alıyorsunuz.”[7] Bu iki baskın karakter arasında daha ilk yazışmalarında ortaya çıkan farklılık sonunda çekişmeye dönüşecek ve nihayet yollarını ayırmalarına neden olacaktı. Dada Zürih’te kargaşa, gürültü, patırtı, şamata arasında okunan şiirlerle ve manifestolarla başlamıştı, Paris’te öyle tükendi.[8]

 

        

 

 

Saint-Julien-le-Pauvre kilisesine düzenlenen Dada gezisinin ilanı ve geziden görüntüler. Breton kilisenin önünde bir manifesto okumuştu.

 

Paris’te Dada’yı öteki kentlerdeki tezahürlerinden ayırt eden, onu asıl ‘Fransızlaştıran’, doğrudan kenti deneyimlemeyi bir gösteri haline getirmesi, kenti tiyatro sahnesine dönüştürmesi, toplu etkinliklerini sokağa taşıması oldu. Kent içinde Dada gezintileri düzenlemek Breton’un fikriydi. İlk gezi için Paris’in görkemli anıtlarından birini değil, harabelerle çevrili ortaçağ kilisesi Saint-Julien-le-Pauvre’u seçmişlerdi. Bir el ilanı dağıttılar: “Dada, dostlarını ve düşmanlarını bugün saat 15:00’te Saint-Julien-le-Pauvre kilisesinin bahçesine davet ediyor. Beklentilerinizin aksine, bu ruhban sınıfına karşı bir gösteri olmayacak, bu kez sanata değil hayata dair yeni bir yorum.” İlanları dağıtırken bir yandan da gelip geçenleri tahrik edip hakaretler yağdırıyorlardı: “Pis olun! … İnsan saçını kırpar gibi burnunu da tıraşlamalı! … Yüz havlusunu yıkar gibi memeleri de yıkayıp temizlemeli!” Havanın yağmurlu olmasının da etkisiyle beklenen katılım olmadı, tasarlanan öteki geziler gerçekleşmedi. Ama bu girişim sonraki yıllarda sürrealistlerin ve sitüasyonistlerin düzenleyeceği kentsel eylemlerin yolunu açtı. (NAA)

 

 

 

André Breton

Yapay Cehennemler, ‘1921 Dada Sezonu’nun Açılışı

Mayıs 1921

 

1. Saint-Julien-le-Pauvre kilisesini ziyaret

2. Max Ernst sergisi açılışı

3. Maurice Barrès davası

İlk Dada ‘olayı’ kimin fikriydi bilmiyorum. Kendiliğinden ortaya çıkmadığı muhakkak, başlangıcı Zürih’teki Kabare Voltaire suarelerinde aranmalı. Bu gösteriler daha o zaman tümüyle edebi nitelikteydi. Şimdiki hali açıklamak için bazı bağlantıları göz önüne almak gerek.

Yıl 1917. Zürih’te toplanan tüm savaşan milletlerden direnişçilerin ya da tarafsızların arasında çok sayıda sanatçı vardı. Kentte gerçekleşen türlü gizli eylemin yarattığı gerilim kimi dostlukların oluşmasına katkıda bulunmuştu. ‘Dada hareketi’ böyle bir zamana dayanıyor; başlatan, şartlarını daha sonra ele alacağımız gerçek bir akit. Söylemeden geçmeyelim, dadaistler geleceklerini tehlikeye atmaktan korkmaksızın 1921 Mart’ında Madrid’de bir araya gelmeyi kararlaştırmışlardı. Sanıyorum maddi zorluklar bu projenin gerçekleşmesine engel oldu.

Dada’nın Fransa’ya gelmeden önceki dönüşümlerini anlatmadan geçiyorum, ne de olsa bu tarih gayet iyi bilinmeye mahkûm. 1919’da Fransız şairlerinin halk nezdindeki durumlarını kısaca hatırlatmakla yetineceğim. Guillaume Apollinaire, Blaise Cendrars, Pierre Reverdy, Louis Aragon, Philippe Soupault ve bana ait dizeler her gün başka bir salonda aynı izleyicilere okunuyor ve istisnasız her seferinde alkışlanıyordu. Bu şiir buluşmalarının yarattığı usanç, yüksek sesle okumanın neden olduğu anlaşılmazlık (modern şiirlerin çoğu için geçerli olan, böyle okumalarda kaybolan anlatım gücü) ve nihayet yarım düzine şaşkın yazar dışında kimseye ulaşamamak, Dada’yı iyi niyetle karşılamamıza neden oldu çünkü canlı polemikler ve büyük bir izleyici kitlesi vaat ediyordu. Gerçekten de Dada’yla edebiyatın ve sanatın yol açtığı beyhude tartışmaların ötesinde güncel olaylara dahil olmak mümkündü. (Mesela şiirlerinde noktalama işaretleri kullanmamaları şairlerin aldatmaca yapmakla itham edilmesine yetiyordu; kübizme dair açıklamalar her yerde infialle karşılanıyordu; serbest şiir bile uğrunda yirmi yıl süren çabalara rağmen kendini kabul ettirememişti). İşlerin bu duruma varmasında Apollinaire’in çekingenliğinin ve ihtiyatlı olmasının payı büyüktü çünkü kabul görmek için gönülsüzce attığı her adıma kendisi ket vuruyordu (Tiresias’ın Memeleri gösterisini hatırlamak yeterli).[9]

23 Ocak 1920 Cuma günkü Littérature matinesinde, bir akşam önce Paris’e varmış olan Tzara yerleşik âdetleri yerle bir etti.[10] Şiirlerinden birini okuyacağını ilan etmişti, halbuki sesini boğacak kadar yüksek seviyede çalan elektrikli zil sesi eşliğinde siyasete dair bir makale okudu. Birkaç hafta sonra Champs Elysées üzerindeki Grand Palais’de gerçekleşen ilk Dada etkinliğinde şiir okunmasını boş yere bekledik; şiirin yerini manifestolar almıştı. Harekete geçirmekten çoktan umut kestiğimiz sessiz kalabalıkların yerine, kendimizi ayaklanan halkın önünde bulduk. Ve bu halk gösterilerimize dadandı. Azar azar da olsa, başka toplantılardan vazgeçenler, giderek artan sayılarla Faubourg’da, Université populaire’de, Théâtre de l’Oeuvre ve Salle Gaveau’da gerçekleşen Dada etkinliklerine katıldılar. Gerçek şu ki, gittikçe cüretkârlaştılar; bize bir şeyler fırlatıp duruyorlardı ama aynı zamanda artan bir biçimde bizimle suç ortağı oldular. Şunu söylemek mümkün, cüretimizden bu güruh sorumlu. Bu güruh uğruna bazı fedakârlıklar yapmaya sürüklendik. Üstelik, tuhaf bir biçimde, ne kadar hoşuna gittiğimizi bize karşı yükselttiği haykırışlarla ölçer olduk. Böylece Apollinaire için yalnızca bir vasıta olan skandal bizim için bir amaç haline geldi. Hiçbir şey skandal kadar gururumuzu okşamadı (Anicet’te bu konuyu yücelten bazı sayfalar var).[11] Böylece “Yapay Cehennemler” tabirinin tam uyduğu Dada etkinliklerine gelmiş olduk.

Yukarıda özellikle konuyu yüzeysel olarak ortaya koymakla yetindim. Dada etkinlikleri tabii ki skandal yaratmaktan öte arzuları içerir. Tüm gücüne rağmen skandal (kolaylıkla Baudelaire’den günümüze izini sürmek mümkün) bir yapay cehennemden beklenecek hazzı vermekte yetersiz kalır. ‘Derdini sokaktaki insana anlatmak’ ve ‘ayağını bastığı zeminle bağını korumak’tan duyulan garip zevki de yabana atmamak gerek. Doğrusu Kant gibi kimi filozofların kendi dünyalarını yaratmasının ve bir kadının gülümsemesi gibi önemsiz şeylere bel bağlamasının talihsiz bir yanı var. Çoğu büyük şair hayatlarının şu ya da bu döneminde yükseklerden aşağıya yuvarlanır. İnsanın aklına Paul Valéry’nin kahramanı Teste’nin bir balon pilotunun algılarını yeniden yaratmaya yeltendiği rüyalar geliyor.[12] Zamanımızda Bay Teste balona biniyor ve başka da bir şey söylemeye gerek yok. Dada düşünceyi davranışla birleştirerek, gölgeler alemini terk etti ve sağlam zemine bastı. Şiirsel ve felsefi fikirlerin bilimsel fikirler gibi doğrudan uygulamaya sokulamaması saçma. Sürrealizm, psikanaliz ve görelilik ilkesi de bizi tıpkı telsiz gibi hassas ve ihtiyaçlarımızı karşılayamaya uygun aletler yapmaya sevk etmeli. “Alet yapmaya” demiş olmam tabii ki sözcüklere imge değeri veren bir rastlantıdan ibaret.

Dolayısıyla Dada’yı bir tür eğlence addetmek gülünç. Yapacak büyük işler var ve her Dada etkinliği az ya da çok, belirli aralarla tekrarlanan çığır açıcı bir nitelik taşıyor. Bize bir tane daha başyapıt sunup sunmamasının önemi yok – mesele başka (mesele, insan ruhunu bir nebze olsun prangalarından kurtarmak; özellikle onu paramparça eden ve fark etmesi kolay olmayan alanlarda). Bu sonuca götürecek bütün vasıtalar iyi kabul edilir ve şunu herkesin anlaması gerekir ki, kurtarma işlemi sırasında eğer hazine sayılabilecek bir ‘eser’ ortaya çıkarsa, keşfedilmiş olmasını geçici bir durum sayarız ve getirdiği övgülere hiçbirimiz kulak asmayız.

[…]

14 Nisan 1921’de Saint-Julien-le-Pauvre kilisesini ziyaretle başlayan ‘Dada sezonu’ bir önceki sezona benzemeyecek. Geçtiğimiz yıl Dada etkinlikleri bütünüyle sanatsal (ya da tercihiniz öyleyse, anti-sanatsaldı – ben ikisinin arasında bir fark görmüyorum). Bu yıl Dada tartışmayı daha üst düzeye taşımayı ve ahlaki bir temele oturtmayı öngörüyor. Son yarım yüzyılın düşünce tarihini izlemiş olanlar kabul edecektir, zamanımızda şiirsel nizamın ahlaki nizama müdahalesi kaçınılmaz bir durumdu. Baudelaire, Lautréamont, Rimbaud, Jarry buna büyük katkıda bulundular. Eserleri bu müdahalenin izini taşır […] İzleyicilerimizi bir tiyatroda olabileceğinden daha iyi dikkatlerini toplayabilecekleri yerlere götürmeyi hedefledik çünkü onlar adına bir yere gitmeye yeltenmek bile başlı başına bir iyi niyet göstergesi sayılırdı. Bir dizi ziyaretin ilki olan Saint-Julien-le-Pauvre gezisinin başkaca bahanesi yoktu. Büyük ölçüde benim kaleme aldığım ve kilisenin avlusunda okuduğum manifestonun bir bölümü şöyleydi:

 

Saint-Julien-le-Pauvre diye bir kilise var mı? Doğrusu biz bilmiyoruz. Bu yeri seçen sizsiniz. Ancak yine de ne yaptığımızı gayet iyi biliyoruz. Sizi neye getirdiğimizi gayet iyi biliyoruz. Bu sadece bir hazırlık buluşması. Şimdiye kadar Dada adına yapılanlar yan gösteriden ibaretti. Onlardan yola çıkarak içerdeki gösteriyi tahmin edebilmeniz mümkün değil. Birazdan perde bir yıldan beri özenle hazırlamakta olduğumuz, başka açılardan fantastik bir oyun için açılacak… Başlarınızı çevirin, yeter. Paris’in ortasındayız. İlkbahar yağmurunun altında (ekinler için iyi) Seine nehri kenarında dolaşmak ve bize bakıp 19. yüzyıla hayat veren genç Romantiklere benzeyen haşarı bir gençlik görmek hoşunuza gidebilir. İşte, Gotik mimarinin ünlü mücevheri önünüzde; yuvarlak pencerelerindeki değerli madenden dökülmüş azizler tıpkı Ebediyet çılgınlığına kapılmış Dada havarilerini andırıyor. Burada bizimle esenliktesiniz: ne kadar huzur verici! Oysa borçlarınız var; otelde bir kadın sizi bekliyor; İngiltere’de grevdesiniz; Claridge’de çay içiyorsunuz, yeryüzündesiniz.

 

Bundan ne keyif aldıysak, kötü hava planlarımızı bozdu. Bazı fikirlerimizi yürürlüğe geçirmekten bizi alıkoydu; bir tanesi sansasyonel olabilecek bir soyut müzayedesiydi. Yüz ya da iki yüz kişi şemsiyelerinin altında, birbirlerine sokulmuş sessizce bakıyorlardı, o kadar ki Dada yok olmak üzere mi diye aklımızdan geçirdik. Sık sık tekrarladığımız o sözü hatırlamıştık: “Başarılı bir adam, ya da artık kimsenin saldırmadığı bir adam ölmüş demektir.” […][13]

 

Çeviri: Nur Altınyıldız Artun

 

 



[1] André Breton, “Artificial Hells, Inauguration of the ‘1921 Dada Season’”, çev. Matthew S. Witkowsky, October, 105, Dada özel sayısı içinde, der. Leah Dickerman (Yaz 2003) s. 138, dipnot 2.

[2] Alex Danchev (der.), 100 Artists' Manifestoes from the Futurists to the Stuckists (Londra: Penguin, 2011) s. 136.

[3] Breton’dan aktaran Matthew S. Witkovsky, “Dada Breton”, s. 130.

[4] A.g.e., s. 131. Matthew S. Witkovsky, “Dada Breton”

[5] Hans Richter, Dada Art and Anti-Art, çev. David Britt (Londra & New York: Thames & Hudson, 2001) s. 168-170.

[6] Aktaran Matthew S. Witkovsky, “Dada Breton”, October, içinde, der. Leah Dickerman, Dada özel sayısı, 105 (Yaz 2003) s. 128-129.

[7] A.g.e., s. 129.

[8] Hans Richter, Dada Art and Anti-Art, s. 171.

[9] Önsözünde ilk kez ‘sürrealizm’ sözcüğünü kullandığı bu tiyatro oyununda Apollinaire kültür ve siyaset açılarından karışık mesajlar vermişti: hem oyunun karakterleri, konusu, metni, hikayenin geçtiği yer konularında tiyatro geleneklerine karşı çıkıyordu hem de, her ne kadar alaycı bir biçimde de olsa, aile değerlerini ve Fransız ulusunun bekası için üremeyi savunuyordu.

[10] Tzara 17 Ocak 1920’de Paris’e vardı; doğru Picabia’nın metresi ve yeni doğan bebeğiyle paylaştığı apartman dairesine gitti. Hemen birkaç saat sonra Breton, Éluard, Aragon ve Soupault onu ziyaret ettiler.

[11] Louis Aragon, Anicet; ou, Le Panorama (Paris: Gallimard, 1921) s. 83-84.

[12] Paul Valéry, La Soirée avec Monsieur Teste (Paris: Bonavolot-Jouve, 1906).

[13] “Les ‘Enfers artificiels’. Ouverture de la ‘Saison Dada 1921’”. Breton bu metni moda tasarımcısı ve sanat hamisi Jacques Doucet için yazmıştı. İngilizce çevirisi, Matthew S. Witkovsky, October, içinde, der. Leah Dickerman, Dada özel sayısı, 105 (Yaz 2003) s. 137-144.

Dada, Dada'nın 100. Yılı