/ Dadanın 100. Yılı / Dada’nın Paris Gösterileri

20/1/2017 / skopbülten

Littérature dergisinin matinesinde Paris’te ilk kez sahneye çıkmasının ardından, Tristan Tzara temkinli olmayı bir yana bırakıp en iyi yapmayı bildiği şeye koyuldu: Zürih’te deneyim kazandığı hayasız tanıtım faaliyeti; kışkırtma, yalan ve hakaretle tırmanan gösteriler. Philippe Soupault’nun bir mektubunda anlattığı kadarıyla, Tzara’nın Paris’teki otel odası bir tür karargah haline gelmişti; kendisi ise “bir emprezaryo, dergi yönetmeni, bilet satıcısı, tanıtım şefi, tipograf, editör, orgcu …”[1]

Matineden iki hafta kadar sonra 5 Şubat 1920’de Grand Palais’de düzenlenen Dada gösterisi, Salon des Artistes Indépendants’ın on iki haftalık müzik, edebiyat ve sanat dizisi çerçevesinde gerçekleşti. Alıştığı üzere, Tzara kendi tanıtımını kendi yapmaya girişti ve Dada gösterisine Charlie Chaplin’in katılacağını duyurdu. Tabii Chaplin’in geldiği yoktu ama Tzara basını kolayca kandırabileceğine güvenmişti. Nitekim öyle de oldu. Gazeteler ve dergiler yalan haberi yuttular ve “Dada hareketi şairlerinin düzenlediği toplantıya katılmak üzere” ünlü Amerikan aktörünün Paris’e geldiğini yazdılar. İzleyicilere kapıda Dada dergisinin son sayısı Bulletin Dada ve program dağıtıldı. Şarlo yoktu ama her birini sırasıyla 10, 9, 8, 7, 6, 5 ve 4 kişinin okuyacağı yedi manifesto vardı. Manifestolar büyük bir kargaşa içinde okundu, söylendi, oynandı. Bunlar, sonraki gösterilerde okunan başkaları da eklenerek, “Dada Hareketinin Yirmi Üç Manifestosu” başlığıyla Littérature’ün Mayıs’ta çıkacak 13. sayısında yayınlanacaktı. Herkesin bir ya da daha fazla manifestosu vardı. Tzara’nınki “Bana bakın!” diye başlıyor, “Ben budalayım, ben bir maskarayım, ben bir soytarıyım…Çirkinim, yüzüm ifadesiz, kısa boyluyum. Ben hepiniz gibiyim” diye devam ediyordu.[2] Soupault “Neden bir manifesto yazdınız?” sorusuna cevapları sıralıyordu. Celine Arnauld ise “Dada Şemsiyesi” başlıklı manifestosuna seyircilere meydan okuyarak giriyordu:

Demek manifestomu beğenmediniz?

Buraya husumetten çatlayacak halde geldiniz ve anlaşılan daha beni dinlemeden ıslık çalmaya başlayacaksınız?

Harika! Devam edin, çark bir şekilde döner, Adem’den bu yana döndüğü gibi. Hiçbir şey değişmiyor. Tek fark, artık dört değil sadece iki bacağımız olması.

Hakikaten beni güldürüyorsunuz. Beni güzel karşıladınız, ben de size Saanat’tan, şiirden, vesaireden bahsedeceğim, hippicackunna.[3]

 

Ama en saldırgan olanı, Dada’ya henüz katılan yazar ve sanatçı Georges Ribemont-Dessaignes’nin halka hitaben kaleme aldığı ve altı kişinin eşzamanlı olarak okuduğu şiir-manifestoydu. Olanları bir gazete eleştirmeni şöyle anlattı:

 

aynı teraneyi, her zamanki saçmalıkları altı ‘düşünür’ün tekrar etmesiyle tarif edilmez bir patırtı koptu, “Yazar! Yazar! Yazarın elbiselerini çıkarın”diye haykıran izleyicilerin protestoları da cabası. Okuma sürdü, “çürük dişlerinizi yerinden sökmek için aranıza karışacağız”. “İnin aşağıya öyleyse!” diye cevapladı izleyiciler. “Kabuk bağlamış kulaklarınızı keseceğiz”, “dilinizi koparacağız” benzeri çekici vaatlerinin ardından, göstericiler “Da! Da! Da! Da! Da!” diye savaş çığlıkları atarak okumayı tamamladılar.[4]

 

Francis Picabia, daha gösteri başlarken kendini dışarıya atmıştı; ötekilerin kızgın kalabalığın önündeki şaklabanlıklarıyla kendilerini küçük düşürmelerini izlemeye tahammül edememişti. Sonraki gösterilerde de aynı tavrı sürdürecekti. Seyirciler arasındaki André Gide için de gösteri bir hayal kırıklığı olmuştu; ona göre toy ‘sanatçılar’ izleyicilerin tepki göstermesini hak edecek bir şey yapmayı becerememişlerdi.[5] Durumun farkında olan Tzara kendi manifestolarından birini sona bırakmıştı. İzleyicileri ancak o galeyana getirebildi. Sahneye bozuk paralar atan, bağırıp çağıranların dağılmaları için ışıkların söndürülmesi gerekti. Görünüşe bakılırsa gösteri istedikleri gibi sona ermişti ama Tzara Paris’te Dada’nın henüz olgunlaşmadığının farkındaydı. 27 Mart’ta düzenleyecekleri asıl gösteriye hazırlanırken yaptıkları iki toplantı Dada’yı işçilerle tanıştıracaktı.

Grand Palais’deki gösteriyi seyreden Club Faubourg’un yöneticisi, dadacıları ‘şov’larını sergilemek üzere kendi kulübüne davet etti. Burası gündeme dair hararetli tartışmaların yaşandığı bir yerdi. Hemen iki gün sonra sahneye çıkmayı kabul eden dadacılar aynı manifesto gösterisini yinelemeye karar verdiler. Ama sahneye adım atmalarıyla, aralarında genç entelektüellerle sanatçıların da bulunduğu seyircinin yaygaraya başlaması bir oldu: ıslıklar, çığlıklar, bağırtılar, tam bir curcuna koptu. Aragon ortalığı sakinleştirmek için izleyicileri azarlayınca iş iyice çığırından çıktı.

Bir sonraki gösteri Université Populaire du Faubourg Saint-Antoine’daydı ve şöyle ilan edildi: “Dada hareketinin kadın ve erkek 291 başkanı, … hareket kabiliyeti, hayat, Dada buz pateni; pastacılık, mimarlık, Dada ahlakı; kimya, dövmecilik, Dada finansı ve daktiloları konularını ele alacak”.[6] Bu kez izleyiciler salt işçilerden ibaretti ve kışkırtıcı duyuruya rağmen skandal beklentisi içinde değillerdi. Olan bitene anlam vermeye çalışıyorlardı. Tzara ise kendisini pasif kalabalığı baştan çıkarmaya yükümlü hissediyordu; kübizme ve modern şiire şiddetli saldırıları tepki çekmeyince, Lenin’in ve Marx’ın üzerine gitti. İşçiler ayaklanmadı ama saatler boyunca dadacıları açıklama yapmaya zorladılar.[7]

 

Théâtre de l’Oeuvre’deki Dada gösterisinde Breton’la Soupault’nun yazdığı “Beni Unutacaksın” başlıklı oyundan bir sahne. Éluard ve Fraenkel arkada ayakta, Soupault ve Breton önde.

 

Asıl büyük iki Dada gösterisinden ilki 27 Mart 1920’de Théâtre de l’Oeuvre’de gerçekleşti. Burası 25 yıl önce Alfred Jarry’nin Kral Übü adlı oyununun sahneye konduğu tiyatroydu. Dadacılar bu kez manifestoların yanı sıra, skeçlere, oyunlara ve danslara da yer verdiler. Aşağı yukarı bir düzine dadacı gösteriye katıldı. Gelenlere Picabia’nın 391 adlı dergisinin, kapağında Duchamp’nın bıyıklı Mona Lisa’sı olan sayısı dağıtıldı.[8] Tzara’ya kalırsa izdiham o kadar büyük oldu ki, 1200 kişiyi geri çevirmelerine karşın her koltukta üç kişi oturmak zorunda kaldı![9] Göstericileri taciz etmeye niyetli seyirciler yanlarına müzik aletleri alarak hazırlıklı gelmişlerdi. Aslında artık onlara ‘seyirci’ demek yetersiz kalıyordu, onlar da performansın parçasıydılar. Breton karanlıkta Picabia’nın “Yamyam Manifestosu”nu okudu: “Hepiniz sanık sandalyesindesiniz: Ayağa kalkın! … DADA’nın karşısındaymış gibi ayağa kalkın … Islık çalın, haykırın, dişlerimi kırın – ya sonra? Aptal öküzler gibi olduğunuzu her zaman söyleyeceğim”. Yanıt olarak seyirciler balkondan aşağıya Dada karşıtı Non dergisinin dadacıları “meczuplar” diye andığı sayısını fırlattılar. Türlü saçmalığa yer veren skeçlerin ardından tanınmış bir sopranonun aryasına sıra geldi. Skandal dolu akşama ciddi son bir şaka gibi düşünülmüştü ama bundan haberi olmayan şarkıcının “umarım beni dinleme şerefini bahşedersiniz” demesiyle seyirciler öyle bir tepki gösterdiler ki, kadıncağız gözyaşlarıyla sahneden inmek zorunda kaldı. Sonuçtan herkes memnundu; dadacılar nihayet kendilerini göstermişler, seyirciler skandalı hem izlemişler hem de yaratılmasına katkıda bulunmuşlardı. Ertesi gün gazeteler “dadacıların hepsi bir meydana toplanıp yakılmalı” diye yazdılar:


Halk onlara saldırdıkça, onları yuhalayıp, ıslıkladıkça, dadacılar hiç istiflerini bozmadılar, hakaretleri sırıtarak karşıladılar. İnsan kendini tımarhanedeymiş gibi hissediyordu. Ve cinnet hem sahneden yükseliyordu hem de salondan. Dadacılar izleyicilerini çileden çıkardılar ve sanıyorum yapmak istedikleri tam da buydu.[10]

 

Genel kanı, Dada’yla tezahür eden entelektüel çözülüşten savaşın sorumlu olduğuydu: savaş güçlüleri daha güçlendirmiş, sapkınları daha sapkınlaştırmış, ahmakları daha fazla ahmaklık yapmaya sevk etmişti. [NAA]

 


Halk’a

Georges Ribemont-Dessaignes

Şubat 1920

Çürük dişlerinizi, kabuk bağlamış kulaklarınızı, aft çıkmış dillerinizi yerinden sökmek için aranıza karışmadan önce,

Ufalanan kemiklerinizi kırmadan önce –

Safrayla dolu midenizi yarıp, hayvanlara yem etmek için yağ bağlamış ciğerinizi, irin tutmuş dalağınızı ve diyabetli böbreklerinizi çıkarmadan –

Koparmadan önce o şehvet düşkünü, sümüksü ve iğrenç cinsel organınızı –

Güzellik, esriklik, şeker, felsefe, karabiber ve hıyar için metafizik, matematik ve şairane zevkinizi yok etmeden önce –

Sizi acı sözlerle dezenfekte edip, paklayıp, yeniden tutkuyla döllemeden önce –

Bütün bunlardan önce –

Hep birlikte devasa bir antiseptik banyoya dalacağız –

Ve sizi uyarıyoruz –

Tüm yeni doğmuş bebeklerinizin 

Katilleri bizleriz –

Ve sözü bitirmek için bu şarkı var –

Ki Ki Ki Ki Ki Ki Ki

Tanrı burada bir bülbülün sırtına çıkmış –

O güzel, o çirkin –

Hanımefendi, ağzınız pezevenk spermi kokuyor.

Sabahleyin –

Çünkü gece bir zambağa aşık meleğin arkasına benziyor –

Hoş, değil mi?

Hoşça kal dostum.[11]

 

Anonim

Dada Manifestosu

Şubat 1920

Artık ressam falan yok, yazar yok, müzisyen yok, din yok, cumhuriyetçi yok, kralcı yok, emperyalist yok, anarşist yok, sosyalist yok, Bolşevik yok, siyasetçi yok, proleter yok, demokrat yok, burjuva yok, aristokrat yok, ordu yok, polis yok, vatan yok, yeter tüm bu ahmaklıklar, artık hiçbir şey yok, hiçbir şey yok, hiçbir şey, hiçbir şey, hiçbir şey, hiçbir şey.

Tam da olmayı artık istemediğimiz şey olduk, bundan yeni bir şey çıkar diye umuyoruz, daha az tiksindirici, daha az bencil, daha az materyalist, daha az duyarsız, iyice daha az grotesk.

Çok yaşasın kapatmalar ve kap-kübistler.[12] DADA hareketinin tüm katılımcıları birer başkan.[13]

 

 

Dada Coğrafyası

André Breton

Şubat 1920

Tarihî anekdotların fazla önemi yok. DADA’nın ne zaman, nerede ortaya çıktığını belirlemek mümkün değil. Gayet yerinde bir biçimde tam anlamıyla muğlak olan ismini de içimizden biri buluvermiş.

Kübizm bir resim ekolüydü. Fütürizm bir siyasal hareket. DADA ise bir ruh hali. Onları kıyaslamak cehalet değilse bile özenti.

Dini konularda özgür düşünmek kiliseyle benzeşmez. DADA sanatsal anlamda özgür düşünmek demektir.

Çocuklar müze ziyareti ve yazılı ödev kisvesinde okullarda dualar okumaya zorlandığı sürece despotluğa karşı çıkacağız ve töreni aksatmaya çabalayacağız.

DADA hiçbir şeye kendini adamaz, ne işe ne aşka. Bir insanın yeryüzüne kendi varlığının bir izini bırakmaya gayret etmesi düşünülemez.

DADA ilke olarak tanımlamaları reddeder, yalnızca içgüdüyü kabul eder. Dada uyarınca, kendi üzerimizde hiçbir denetim uygulamamalıyız. Dogmaları bir kenara bırakalım, ahlak ve beğeniyle sonsuza dek işimizi bitirelim.

 

Dada Gelişmesi

Paul Éluard

Şubat 1920

İnsanoğlunun dile ve düşünce kültüne büyük saygısı var; ne zaman ağzını açsa, camın altında dilini görürsünüz ve beyninin leş gibi kokan naftalin topları havaya yayılır.

Bizim için her şey eğlenmek için bahanedir. Her güldüğümüzde içimizi boşaltırız ve rüzgar kapıları ve pencereleri şangırdatarak, rüzgarın gecesini içimize yönelterek bize sahip olur.

Rüzgar. Bizden önce gelenler sanatçılardır. Ötekiler şeytandır. Şeytanlardan yararlanmaya bakalım, kendimizi –ve budalayı da- başın ve elin olması gereken yere koyalım.

Eğlenceye ihtiyacımız var. Tıpkı olduğumuz ya da olacağımız gibi kalmaya kararlıyız. Özgür ve boş bir beden lazım bize, gülmeye ihtiyacımız var ve hiçbir şeye ihtiyacımız yok.

 

 

Dada Daktilosu

Philip Soupault

Şubat 1920

Doğduğumuz günden beri kimi ciğeri beş para etmez tembeller bizi sanat diye bir şeyin var olduğuna ikna etmeye çalışıyor. Peki öyleyse, ama biz daha da tembeliz ve bugün açık seçik diyeceğiz ki: ‘Sanat hiçbir şeydir’.

Hiçbir şey yok. Çağdaşlarımızın bizim dediğimize gelmeleriyle, sanat denen o koca farsı unutmaları bir olacak.

            İnatlaşmak niye?

            Hiçbir şey yok.

            Hiçbir zaman bir şey olmadı.

İstediğiniz kadar bağırıp çağırın, elinize ne gelirse bize fırlatın, gayet iyi biliyorsunuz ki biz haklıyız.

            Sanatın ne olduğunu bana kim söyleyecek?

                        Kim cüret edebilir Güzellik’in ne olduğunu biliyorum demeye?

Dinleyicilerime  kolaylık olsun diye şu Sanat, Güzellik ve daha ne varsa onun için bir tanım öneriyorum:

Sanat ve Güzellik = HİÇBİR ŞEY

Ve tabii şimdi yine bağrışmaya ya da gülüşmeye başlayacaksınız.

Dinleyin beni.

Bir zamanlar, yıllar önce, kör ve sağır insanları sağaltan İsa diye bir adam vardı. Kimse onu umursamadı. Doktorlar endişelenip toplandılar. Sonra birkaçı Sağlık Bakanı’nı ziyarete gitti ve İsa denen adam eğitime katkıları dolayısıyla büyük bir ödül aldı.

Ben de aynı şeyi yapmaya çalışıyorum… Gözlerinizi açmak istiyorum ama sizin tek yaptığınız gülmek.

Hiçbir zaman ciddi olamayacaksınız.

 

Çeviriler: Nur Altınyıldız Artun

 



[1] Aktaran Annabella Melzer, Dada and Surrealist Performance (Baltimore ve Londra: Johns Hopkins University Press, 1994) s. 141.

[2] Dawn Ades (der.), The Dada Reader, A Critical Anthology (Chicago: University of Chicago Press, 2006) s. 182.

[3] A.g.e., s. 193.

[4] Richard Huelsenbeck (der.), The Dada Almanach (Londra: Atlas, 1993) s. 105.

[5] Annabella Melzer, Dada and Surrealist Performance, s. 142.

[6] A.g.e.

[7] A.g.e., s. 143.

[8] A.g.e., s. 146.

[9] A.g.e., s. 143.

[10] A.g.e., s. 146.

[11] Yazarının sonradan reddettiği bu şiir-manifesto Richard Huelsenbeck, The Dada Almanach içinde, s. 105 ve Dawn Ades, The Dada Reader içinde, s. 192-193.

[12]Concubine’ ve ‘con-cubistes’ sözcükleriyle yapılmış söz oyunu.

[13] Bu ve bundan sonraki manifestolar Dawn Ades, The Dada Reader içinde, s. 181-194.