Bir Kara Para Aklama Aracı Olarak Sanat

20/9/2015 / skopbülten

 

 

Pek çok bakımdan sanat piyasası para aklamak için biçilmiş kaftan: çok yüksek miktarlarda nakit paranın döndüğü ve takasın meşru bir alışveriş yöntemi olarak kabul edildiği, denetimden muaf ve şeffaflıktan uzak bir piyasa. Tüm bu sebeplerden dolayı sanat piyasasında dönen paranın kaynağına ulaşmak hiç de kolay bir iş değil. Hesap işlemlerinin kaydı tutulmuyor ve halihazırda sanat eseri satışlarını kamuya açıklamak gibi bir zorunluluk yok. Bir sigortacının hayıflandığı gibi “[sanat] geriye kalan son vahşi-Batı tarzı ticaret alanlarından” biri.  

Her ne kadar 80’lerden beri sanat aracılığıyla para aklamanın kaçakçılar, uyuşturucu kartelleri ve silah tüccarları arasında son derece revaçta bir yöntem olduğu bilinse de son senelerde oldukça namlı koleksiyonerlerin ve yüksek mevkilerdeki insanların da bu işe bulaşmış olduğunun ortaya çıkmasıyla beraber konu, dünyadaki gelir dağılımı eşitsizliğinden bizzat sorumlu olan siyasetçileri ve iş insanlarını biraraya getiren Dünya Ekonomik Forumu’nda bile tartışılır oldu. Bu seneki forumda, “vergi muafiyetinden yararlanmak ve vergi kaçırmak için kullanılan sanatın pekâlâ para aklamak için de kullanılıyor olabileceğini” belirten ünlü iktisatçı Nouriel Roubini, Avrupa Güzel Sanatlar Fuarı’nın (TEFAF) yayınladığı Sanat Piyasası Raporu’na göre 2014 senesi itibariyle 75 milyar dolar değerinde olan küresel sanat piyasasına daha sıkı düzenlemeler getirilmesini talep etti.

Daha yakın bir zamanda Londra’da gerçekleşen Art Business Konferansı’nın ana gündem konusu da yine sanat suçlarıydı. Mali müşavirlik ve denetim şirketi Deloitte’in çalışanlarından Michael Martin, konuşmasında “sanatın, yapısı gereği para aklamaya imkân tanıyan bir varlık sınıfı olduğunu” belirtti ve bunu fark eden mali yetkililerin, sanat piyasasını şeffaf hale getirerek kara para sahiplerinin nezdindeki cazibesini kırmayı hedeflediklerini söyledi. Konferansın katılımcıları arasında bulunan Londra menşeli hukuk bürosu Constantine Cannon’un sanat hukuku departmanının başındaki Pierre Valentin ise, sanat piyasası üzerinden kara para aklamanın cazibesini “sanat eserlerinin taşınabilir olmasına” ve müzayedelerde tarafların “kimliğini gizli tutabilmesine” bağladı.

Sanat piyasası aracılığıyla aklanan paranın kesin miktarı bilinemese de epey yüklü meblağların söz konusu olduğu yolunda genel bir mutabakat var. Üstüne üstlük, gayri menkul ve döviz gibi diğer varlık sınıflarına yönelik düzenlemelerin artmasıyla beraber sanat piyasasında dönen kirli paranın iyice artacağına yönelik bir kaygı var. Uluslararası Para Fonu’nun tahminlerine göre, 2009 senesinde “mali sistem üzerinden aklanabilecek para miktarı” gayri safi küresel hasılanın yüzde 2,7’sine, yani 1,8 trilyon dolara denk düşüyordu.

Son yıllarda sanat eserlerinin fiyatında gözlemlenen muazzam artışlarda, sanat simsarları ve müzayede evleri aracılığıyla para aklamanın görece kolay olmasının da hatırı sayılır bir rolü olduğu düşünülüyor. Satın alınan bir sanat eserinin kamu önüne çıkması yılları hatta on yılları bulabiliyor. Müzayedelerde satın alınan eserlerin önemli bir kısmı doğrudan serbest limanlara yollanıyor – milyonerlerin ve milyarderlerin Picasso koleksiyonlarını, altın külçelerini, vintage Ferrarilerini ve seçkin şarap koleksiyonlarını saklamaya yönelik aşırı güvenlikli depolar. Sanat depolarına kucak açan ilk serbest liman bölgesi, Cenevre’deki. 2013’te The Economist’de yayınlanan bir makaleye göre,[1] burada toplam100 milyar dolar değerinde sanat eseri depolandığı tahmin ediliyor. Sanat ticaretindeki en güçlü ve zengin ailelerden biri olan Nahmad hanedanlığının burada onlarca Picasso sakladığı söyleniyor. Kumar işinden kazandığı 100 milyon doları banka hesapları ve Kıbrıs petrol şirketleri aracılığıyla aklamaktan sabıkalı olan Helly Nahmad, Naziler tarafından yağmalanmış olan 20 milyon değerindeki bir Modigliani tablosunu saklamaktan suçlanmıştı. Becerikli avukatı sayesinde aklanan Helly Nahmad, eserin kendilerine değil, International Art Center adlı bir şirkete ait olduğunu ileri sürdü. Davacı tarafı, International Art Center’ın Nahmad ailesinin milyarlarca dolar değerindeki sanat koleksiyonunu saklamak için kullandığı, Cenevre serbest limanında bulunan paravan bir şirket olduğu gerekçesiyle itiraz etse de mahkeme soruşturmayı derinleştirme ihtiyacı duymadı.[2]   

 

 

Helly Nahmad ve babası David Nahmad

 

Şimdilerde pek çok başka ülke İsviçre’nin izinden gidiyor. Geçtiğimiz yıl Lüksemburg ilk serbest limanını açtı. Anlaşmaya aracılık eden şirket bizzat yukarıda adı geçen ve şimdilerde para aklamayı dert edinse de normalde işi müşterilerinin vergilerini asgariye indirmelerine yardımcı olmak olan Deloitte şirketiydi. Singapur ve Monako’nun da birer serbest liman bölgesi var. Pekin’de sırf sanat ve kültüre hasredilmiş bir serbest liman bölgesi açılması bekleniyor.  

Serbest limanlardaki sanat depoları “off-shore finans merkezlerininkine benzer avantajlar sunuyor: güvenlik ve mahremiyet, gevşek denetim ve bir dizi vergi avantajı”.[3] Anlaşılan o ki sanat dünyasındaki hiçbir güçlü aktör bu avantajlardan yararlanma fırsatını kaçırmak istemiyor; serbest limanlardaki sanat depolarının müşterileri arasında müzeler ve galeriler, yatırım fonları ve özel koleksiyonerler var. Serbest limanların müşterilerinden biri de özel satış ağını genişletebilmek için Singapur serbest limanında yer kiralayan Christie’s müzayede evi. Lüksemburg serbest limanının yöneticisi David Arendt kendi müzenize sahip olamıyorsanız en iyi seçeneğin serbest limanlardaki sanat depolarından yer kiralamak olduğunu söylüyor. Maksat, bu depoları ultra-zengin müşterilerin birbirleriyle hoş beş ettiği ve ticaret yaptığı kamuya kapalı sanat mekânlarına çevirmek. Bu depolara ancak çok kıymetli eserlere sahip kişi ve kurumlar ve servetinden sual olunmayacak potansiyel alıcılar girebiliyor. Serbest limanların müşterileri birbirleriyle alışveriş yapıyor; birkaç kasa şarabı bir heykelle takas ediyorlar. Alınıp satılan, takas edilen eserler serbest limanın sınırlarını hiç terk etmeden yıllar boyunca bir kasadan ötekine taşınabiliyor. Sonuçta tüm bunlar sanatın gittikçe kamudan koparılarak ultra-zenginlerin yatırım aracı haline gelmesine sebep oluyor. Sanat aracılığıyla kara para aklamanın iyiden iyiye kolaylaşması da cabası.

Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine İlişkin Mali Çalışma Grubu’nun (FATF) 2010 yılı raporunun ortaya koyduğu üzere serbest limanları kara para aklamaya bu denli elverişli alanlar haline getiren de bizzat bu avantajlar; yani bu bölgelerin “idari ve denetsel prosedürlerin asgariye indirildiği ya da toptan ortadan kaldırıldığı” alanlar olması. Gerçekten de serbest liman bölgelerinden pek çok çalıntı eser çıktı. 1990’larda İtalya’daki mezarlardan yağmalanmış çok sayıda kıymetli eser Cenevre’deki bir depoda bulundu (üstüne üstlük, kimi eserlere, müzayedelerde paravan alıcılara satılarak aklandıklarını, ardından da yasal alım belgeleriyle beraber dolandırıcıya teslim edildiklerini ortaya koyan belgeler eşlik ediyordu). 2003’te, aralarında iki mumyanın da bulunduğu Mısır medeniyetine ait pek çok kıymetli hazine, 2010’da da, Türkiye’den kaçırılmış olması muhtemel, Roma dönemine ait bir lahit yine Cenevre serbest limanında bulundu.

 

 

Yves Bouvier

 

Bu sene ise, sanat taşımacılığı yapan Natural Le Coultre şirketinin sahibi Yves Bouvier dolandırıcılık iddiasıyla Monako’da tutuklandı. İddiaya göre Bouvier, serbest limanlarda tutulan sanat eserlerinin çoğunun paravan şirketlere ait gözükmesinden faydalanmıştı. Alım satım işlemleri bu şirketler üzerinden yapıldığından, gerçek alıcı ve satıcı, işleme aracılık eden Yves Bouvier’in komisyon bedeline müdahale edememiş, Bouvier de fiyatları dilediğince manipüle etmişti.[4] Bouvier “serbest liman kralı” olarak tanınıyor; Cenevre ve Lüksemburg serbest limanlarının en büyük ortağı, Singapur limanının önemli hissedarlarından biri ve tutuklanana kadar Pekin serbest limanına danışmanlık yapıyordu. Bouvier örneği, serbest limanları birbirleriyle rekabet halinde olan bağımsız işletmeler olarak tahayyül etmenin hatalı olabileceğini; daha ziyade, ortak çıkarlar etrafında hareket eden serbest limanlardan oluşan küresel bir ağın söz konusu olduğunu düşündürtüyor. Dolayısıyla yakın zamanda Cenevre ve Lüksemburg da dahil olmak üzere bazı Batılı ülkelerin para aklamayı engellemeye yönelik yaptıkları yasal düzenlemelerin ister istemez sonuçsuz kalacağı, Cenevre’de denetim ufaktan sıkılaşırken Pekin’de vergi avantajlarının ve mahremiyetin iyice artabileceği şüphesi doğuyor. [AB]

 

Über-warehouses for the ultra-rich

The link between art and money laundering  



[1] “Über-warehouses for the ultra-rich”, The Economist, 23 Kasım 2013.

[2] Jennifer Maloney, “After Finding Lost Painting, a Roadblock”, The Wall Street Journal, 27 Ekim 2014; http://www.wsj.com/articles/after-finding-lost-painting-a-roadblock-1414462682 

[3] “Über-warehouses for the ultra-rich”, The Economist.

[4] Hito Steyerl, “Duty-Free Art”, e-flux, sayı 63 (Mart 2015).