Banksy: Politik Sanatın Uzlaşmacı Yüzü

8/12/2012 / skopbülten / Yonca Saka

Biz adına graffiti demezden önce izine mağara resimlerinde, Pompei uygarlığının antik mezarlarında ve kalıntılarında veya Roma yeraltı mezarlarında rastlanan duvar çizimleri, şüphesiz ki bugün olduğu gibi vandalizm olarak nitelendirilmiyordu. “Uygarlığın” yaklaşık otuz beş bin yılda kat ettiği bu mesafeyi değerlendirmek, ve mağara resimleri hâlâ korunurken modern graffitinin yasaklanmasına, cezalandırılmasına ve yılda milyonlarca dolar harcanarak silinmesine sebep olan dinamikleri anlamaya çalışmak, içinden çıkılması imkânsız bir çaba olarak görülebilir. Ancak, sanat ile piyasanın bu denli iç içe geçtiği ve adeta birbirinden beslendiği günümüz sanat dünyasının alternatif arayışlarının ve alternatife cevap olarak ortaya konan eylemlerin sanat ile politikanın ayrışmazlığını sergilemesi, bu çabayı anlamlı kılmaktadır.

1968 Mayıs’ında “sıkıntı karşı-devrimcidir” sloganının graffiti, poster ve şablon[1] halinde Paris’i kuşattığını; 1970’ler Amerika’sında Amerikan gençliğinin dönemin ABD Başkanı Nixon’a tepkisini yansıtan “Dick Nixon before he dicks you” (o seni becermeden sen Nixon’u becer) sloganının graffiti formunda yayıldığını; ya da yazımızın kahramanı İngiliz graffiti sanatçısı Banksy’nin Britanya Kraliçesini bir maymun suretinde şablon haline getirdiğini mutlaka bir yerlerde ya okumuş, ya görmüşüzdür. Hal böyle olunca bazı kaynaklarda esas olarak hip-hop kültürüyle özdeşleştirilen graffiti sanatının politik boyutunu görmezden gelmek mümkün olmamaktadır. Yine aynı sebeplerle, özellikle politik “bombalama”,[2] merkezî ve yerel hükümetlerce gittikçe daha yaygın bir şekilde vandalizm olarak görülmekte ve yasaklanmaktadır. Örneğin, yazımızın bir diğer kahramanı olan Britanya hükümeti, graffitiyi yasaklayan, bombalama eylemini ifa edenleri (bulabilirse) cezalandıran ve graffiti temizlemeye dair yerel idarelerin yetkilerini genişleten 2003 tarihli “Anti-Sosyal Davranış Kanunu”na 2004 tarihli bir Basın Bildirisi de eklemiş; işi daha da ileri götüren bu son bildiriyle birlikte, graffitiye sıfır tolerans kampanyasına ve on altı yaş altına sprey boya satışını yasaklamayı öngören yasa teklifine destek talep etmiştir.

 

Trenlerden Sokaklara: Modern Graffitinin Serüveni

1960’lı yılların sonunda Amerika’da ortaya çıkan modern graffiti, politik aktivizmin bir ifadesi olmasının yanı sıra, sokak çetelerinin kendi bölgelerini işaretlemede kullandıkları bir araç olarak da kendini göstermekteydi. Bahsettiğimiz sokak çeteleri, kendini hip-hop kültürüyle ifade eden ve bu kültürün rap, dj’lik ve break dansla birlikte dördüncü ana elemanı olan graffitiyi kendi alanlarını belirlemenin yanı sıra çete savaşlarında bir araç olarak kullanan Amerikan gençlerinden oluşmaktaydı. Hangi çetenin daha çok “bombalama” yaptığı, bombalanan yerlerin zorluk derecesi ya da kimin en hızlı ve en büyük bombalamayı gerçekleştirdiği, çeteler arasında adeta bir rekabet meselesi haline gelmişti. Metro veya şehir trenlerine ulaşarak trenler üzerine en uzun ve en dikkat çekici graffitileri yapmak, bombalama eylemlerinin daha ulaşılabilir alanlar olan sokaklardan daha zor ulaşılabilir olan alanlara taşınmasını ve graffitinin bombalamaya dönüşmesini sağlamıştı.

Esas itibariyle Philadelphia, Pennsylvania’da 1960’ların sonunda ortaya çıkan graffiti eyleminin medya ve sanat çevrelerinin dikkatini çekmesi, 1970’lere gelindiğine hareketin New York’a sıçramasıyla gerçekleşir. Dikkati çeken New Yorklu graffiticiler arasında TAKI 183, Julio 204, PHASE 2 ve Stay High 149 sayılabilir. Graffiti ve bombalama eylemlerinin yaygınlaşmasıyla birlikte, graffiticiler kendi tarzlarını daha belirgin hale getirme çabasına girmişler; böylece graffitilerin hem karmaşıklığı ve yaratıcılığı artmış, hem de kullanılan yazı karakterleri ve graffiti boyutları gözle görülür biçimde büyümeye başlamıştır. Graffitilerin büyüklüğünün ve karmaşıklığının artmasıyla birlikte bir tren vagonunu baştan sona boyamak için gereken süre sekiz saate kadar çıkmaya başlayınca, daha pratik yöntemlerin kullanımı zorunlu hale gelir. Daha kısa süren, dolayısıyla yakalanma riski daha az olan graffitiler yapmak için önceden hazırlanmış şablonlar kullanılmaya başlanır; hazırlanan şablonların sprey boyayla zemine uygulanması, bombalama eylemlerinin niteliğini de değiştirerek bu defa harflerin ve yazının yanında resmin kullanımını da yaygınlaştırır. Graffiti eserlerinin giderek yaygınlaştığını fark edenler, sadece bu eyleme ilgi duyanlarla sınırlı kalmaz elbet: New York eyaletinde, bombalanan tüm trenleri ‘temiz’leriyle değiştirmek ve yeni bombalamalara engel olmak amacıyla 1989 yılında “Temiz Tren Hareketi” başlatıldığında, graffiti hareketi de başladığı yer olan sokaklara geri dönmek zorunda kalır. Ancak sokaklara geri dönülen bu noktada graffitiler eskisinden daha dikkat çekici ve karmaşıktır artık. 1990’ları, graffitinin trenlerden çıkıp “sokak galerileri”ne yöneldiği bir dönem olarak tarif etmek yanlış olmayacaktır.

Graffitinin metro ve şehir trenlerinden “sokak galerileri”ne uzanan yolculuğunu bu kısa anlatıyla sınırlayıp, graffitinin Büyük Britanya üzerinde Bristol ve Londra sokaklarında, sanat galerilerinde ve hükümet politikalarındaki serüveninin peşinden gitmeye ve bunu Britanya’nın belki de en popüler ve en bilinmez (!) graffiti sanatçısı Banksy’yi takip ederek yapmaya çalışacağız.

 

En Meşhur ‘Meçhul’ Sanatçı: Banksy

Banksy, gerçek kimliği henüz tam olarak bilinemeyen, ancak Birleşik Krallık doğumlu olduğu, otuzlu yaşlarını sürdüğü ve Doğu Londra’da yaşadığı ya da bir dönem yaşamış olduğu fikrine sahip olduğumuz bir graffiti sanatçısı. Graffitileri 1993 yılında Bristol ve çevresinde görülmeye başlanmış, 2001 yılına gelindiğinde imzası Birleşik Krallık’ta bilinir ve tanınır olmuştur. İşlerinin ayırt edici özelliği, temiz ve kolay okunabilir şablonlardan oluşmaları ve resmettiği konuların genellikle politik ve ahlakî içerikli olmalarıdır. Bir mesaj kaygısı güttüğünü varsayarsak, bunlar çoğunlukla savaş karşıtı, hükümet karşıtı, kapitalizm ve düzen karşıtı mesajlardır. Kullandığı figürler de ele aldığı konularla uyumlu olarak politikacılar, polisler, askerler, çocuklar, yaşlı insanlar, maymunlar ve Londra şehrinde sayıları insanlardan fazla olduğu rivayet edilen farelerdir. İnsan suretinde bir fare şehrin herhangi bir yerinde ortaya çıkar, iki erkek polis memuru öpüşür, Kraliçe Elizabeth’e benzeyen bir maymun taç giyer, iki küçük çocuk plastik market torbasından yapılmış bayrağa saygı duruşunda bulunur Banksy’nin işlerinde. İlk gördüğünüzde sizi sarsar bu görüntüler, çünkü okunması kolay, içeriği farklıdır.

Sokak işlerinden başka Banksy kanvas üzerine de şablon graffitiler yapmaktadır. Kamusal alan olan sokak duvarlarına yaptığı graffitiler, eğer özel bir mülkün duvarına yapılmamış veya mülk sahibi tarafından sanatsal veya parasal kaygılarla korunmamışsa, ya yerel idarelerce silinir ya da şehrin sakinlerince tahrip edilir. Ancak, kanvas üzerine yaptığı şablonlarda tahrip edilme veyahut ortadan kaldırılma riskleri olmadığı gibi, bunların sergilenmesi veya müzayedelerde ve e-bay gibi sitelerde satılması sonucu Banksy, sokak graffitisine hiç de parasal kaygıları olmadan başladığı günlere kıyasla bugün çok farklı bir noktadadır.

Sokaklar kamusaldır; ama graffiti söz konusu olduğunda kamusallığa yön veren, Ferrell’in ileri sürdüğü gibi, sokakta olan işin mesajı ile iktidarın estetiğinin çatışmasıdır artık.[3] İşin mesajı ile iktidarın estetiği çatıştığında kamusal olan, uzlaşma sağlandığında ya da ortada çatışma olmadığı durumda aynı iktidar tarafından içselleştirilir. Bu durumu açıklamak için, kamusal alanda dünyadaki herhangi bir şehirden daha fazla gözetim kamerasına (CCTV)[4] sahip olan Londra şehrinde “CCTV altında tek ulus” sloganıyla bir şablonun şehrin merkezindeki bir apartmanın yan cephesinde görünür olmasıyla yerel otoritenin aldığı tavra bakabiliriz. Banksy’nin Nisan 2008 yılında yaptığı söz konusu graffitide bir polis memuru elinde kamerasıyla bir merdivenin en üst basamağında sloganı duvara yazan küçük bir çocuğu kaydederken bir köpek de çocuğu izlemektedir. Aradan bir yıl geçtikten sonra Nisan 2009 yılında graffitinin üstü beyaza boyanır; Westminster Şehir Konseyi, graffitiyi yapan şahıs ne kadar ünlü olursa olsun yapılan her graffitiyi temizleyeceklerini duyurur. Bu durum Britanya hükümetinin graffitiyi yasa dışı ilan eden ve görüldüğü yerde temizlenmesini öngören “Anti-Sosyal Davranış Kanunu” ile uyumlu görünse de, bir başka durumda bir başka graffiti için ayrıcalık tanınabilmektedir.

 

                                           

                         One Nation Under CCTV, Banksy, Şubat 2009-Nisan 2009, Londra. Fotoğraf: Yonca Saka

 

Bu ayrıcalığa sahip olan Banksy işlerinden birisi de, Londra’nın en büyük marketi olan ve çalışma koşulları bakımından yoğun olarak eleştirilen Tesco’nun plastik alışveriş torbasından yapılan bayrağa saygı duruşunda bulunan üç çocuğun resmedildiği graffitidir. Graffitinin orada, o duvarda kalmasına izin veren ve hatta vandalların saldırısından korumak için üzerini plastik bir koruyucuyla kapatan da aynı yerel otoritedir. Bir diğer örnek de Banksy’nin geldiği yer olan Bristol’den: Bir cinsel sağlık merkezinin duvarında sevgilisinin kocasına yakalanmamak için pencerenin dışından sarkan çıplak bir adamın resmedildiği graffitinin kaderini, yapılan halk oylaması belirlemiştir. Oylama sonucu halkın %97’si graffitinin kalması yönünde oy kullanınca şehir belediyesi bu karara uymak zorunda kalmış, ancak bu graffitinin korunması kararının genel anlamda graffitiyi destekledikleri anlamına gelmemesi gerektiğini, anti-graffiti takımının halen işbaşında olduğunu bildiren bir açıklama yapmıştır. Sonrasında paint ball oyuncuları tarafından tahrip edilen graffitinin boya lekelerinden temizlenmesi ve eski haline döndürülmesi görevini de üstlenen belediye, graffiti gibi ‘yasa dışı’ bir eylemin ortağı olmuştur.

 

                                            

                                                   Salute, Banksy, Eylül 2009, Doğu Londra. Fotoğraf: Yonca Saka.

 

                               

      Naked man, Banksy, Bristol, Kaynak: http://www.virginmedia.com/yourlocal/banksy.php?ssid=2, 05.01.2010

 

Bu noktada karşımıza şu tablo çıkmaktadır: Neyin yasal olup neyin olmadığına yasaların dışında karar verecek olan, yine iktidardır. Verilecek kararın arkasında ise, içselleştiremediğinden/uyumlaştıramadığından kurtulma güdüsü yatmaktadır. Bir eylemi, bir edimi “yüksek sanat” mertebesine ulaştırmak da, ortadan kaldırmak da, sanatın egemen güçler tarafından yönetildiği günümüz dünyasında yine iktidar tarafından gerçekleştirilmektedir. Ancak iktidar burada yalnız değildir; sanat piyasası ona bu tutumunda eşlik eden, onu kâr amaçları doğrultusunda yönlendiren bir diğer aktördür.

Yazımızın bir diğer kahramanı olan Londra sanat piyasası, Banksy ve onun işlerine yaklaşımını, Sotheby’s müzayede evi çağdaş sanatlar uzmanı Ralph Taylor’ın şu sözleriyle özetlemiştir: “Banksy tüm zamanların en hızlı büyüyen ve değer kazanan sanatçısıdır.” Taylor’un yaklaşımına Banksy, “siz moronların bu pisliği satın aldığına inanamıyorum!” yazılı bir tablonun müzayedede satılmasını resmettiği bir işle cevap vermiştir. Ancak, ne ironiktir ki bu “pislik”, Banksy’nin işlerine o güne kadar verilen en yüksek fiyat olan 250.000 dolar karşılığında satılmıştır.

 

                               

                                            I can’t believe you morons actually buy this shit!, Banksy, 2006, Kaynak:    http://3.bp.blogspot.com/_rahT757Jgu0/SlSsAFHAUII/AAAAAAAABfg/3BqQDJNfTu8/s1600-h/Banksy-3.jpg

 

Banksy’nin görünüşte işlerinin sanat piyasasında satılmasına karşı olmasına rağmen Londra şehrinin her köşesinde onun dış ve iç mekân işlerinin röprodüksiyonlarını satan küçük büyük bir yığın dükkân bulunmaktadır. Aynı zamanda, “illegal” işler yapan bir graffiti sanatçısı olan Banksy’nin ilk sergisi de Bristol’de bir restoranda açıldığında kapıda oluşan kuyruk ve sonrasında sergilenen işlerin satın alınması ve ikinci el piyasada tekrar ve çok yüksek meblağlara satılması, Banksy’nin artık bir sokak sanatçısı olmaktan çok bir salon sanatçısı olduğuna işaret eder. Retorikte Banksy halen işlerinin sanat galerilerince satılmasına karşıdır ve şöyle der: “Charles Saatchi’ye[5] hiçbir şey satmam ben. Eğer 55.000 kitap ve birçok baskı satmışsam, bir adamın bana sanatçı olduğumu söylemesine ihtiyacım yoktur. İşlerimi insanların satın almasıyla kahrolası muhafazakâr bir spekülatörün satın alması arasında büyük fark var. Hayır, ben ona hiçbir şey satmam!” Aslında Banksy’nin bu sözüne sadık kalmadığını söyleyemeyiz; sonuçta Sotheby’s müzayede eviyle yakın ilişki içinde olup Banksy’nin işlerinin satılmasına aracı olan, kendisi değil, onu temsil eden galeristi Steve Lazarides’tir! Sonuç olarak Banksy, işlerinin ikinci el sanat piyasasında galeriler aracılığıyla satılacağını bal gibi bilmekte ve buna üstü kapalı bir onay vermektedir. Tabii aksine inanabilirsiniz; Batı Şeria duvarına altı adet graffitiyi İsrail askerlerinin ona yönelen namluları ve ateşi altında boyayabildiğine ve kimliğinin halen gizli kalabildiğine inanıyorsanız eğer...

Kimliğini açıklamak konusunda hiç hevesli olmadığını, kendisinin değil, yaptığı işlerin iyi görünmesiyle ilgilendiğini söyleyen Banksy, bu konuda ısrarlı olsa da takipçileri de onun kim olduğunu ortaya çıkarmak konusunda bir o kadar kararlı görünmekteler. Banksy tarafından yenildikten sonra çöpe atıldığı iddia edilen pizza kutusunun peşinden giden bir hayranı, kırıntılardan onun DNA’sına ulaşılabileceği iddiasıyla kutuyu internet üzerinden açık artırmayla 840 sterline satmıştır. Bu bilinmezlik de günümüz sanat piyasasında Banksy’nin kendisine ve işlerine olan talebi artırmaktadır elbet.

Karşımızda duran tabloyu özetlemeye çalışırsak; Birleşik Krallık hükümeti, binlerce sterlin değerinde bir graffiti sanatçısının kendi estetiğiyle uzlaşı içinde olmayan işlerini sokaklardan silmek için yılda binlerce sterlin harcamakta, sanat piyasası ve galeriler tüm zamanların en hızlı büyüyen sanatçısı olan Banksy’nin işlerine inanılmaz ölçüde talep göstermekte ve Banksy galerilere hiçbir şey satmak istemezken onun işlerini her nasılsa binlerce sterline alıp yüz binlercesine satmaktadır.

 

Sonsöz

Bu noktada graffiti hareketinin, sanat dünyasının ve merkezî ve yerel otoritelerin kurallarından bağımsız bir gerilla hareketi olarak algılanması, ortada duran estetik ve politik direnişin sanatı ekonomik-politik bağlamından çıkaracak bir öncü hareket olarak değerlendirilmesi pek mümkün olmamaktadır. Ortaya çıkışı, geldiği yer ve içerdiği politik ve düzen-karşıtı mesajlar itibariyle belirlenmiş sınırlardan bağımsız ve kâr amacı gütmeyen bir eylem olan graffiti hareketi, vardığı yerde egemenler ve daima kâr amacı güden sanat piyasası tarafından kendi kurallarına uymaya davet edilmektedir. Lev Kreft, modernliğin sanat-siyaset ilişkisine dair üç modeli, “ulus inşası”, “özerklik” ve “avangard” olarak sıralar.[6] Bu üç sanat-siyaset rejimi tarihsel olarak birbirini takip etmekte, ancak birbirini ortadan kaldırmamaktadır. Bu noktada modern sanatın sermayeyle olan ilişkisinin en güçlü biçimini aldığı dönem, Hal Foster’ın deyişiyle “sermayeyle suç ortağı” olunan avangard dönemdir.[7] Çoğu zaman sermayenin çıkarları açısından bozguncu ve radikal olarak değerlendirilen ve toplumsal ve kültürel sınırların devrimci bir biçimde ihlal edilmesini akla getiren avangard akım, bugün bu özelliklerinden uzaklaşıp sermayeyle suç ortaklığı ediyorsa, bu durumda sanat piyasasının, galerilerin ve politik çıkarlarına uyduğu ölçüde hükümetlerin davetine icabet etmekten kaçınmayan sanatçıların rolü yadsınamaz. Bu davete icabet etmemenin sanatçının bireysel çabasıyla mümkün olup olmayacağı ise sanatın “ideoloji eleştirisi mi, yoksa su katılmamış ideoloji mi” olduğu sorusunun analiziyle mümkündür. Bu soru, sanat ve siyasete ve bu ikilinin serüvenine dair soracağımız en kapsamlı sorulardan biri olmakla birlikte, cevabını arayacağımız soruların başlangıcı olsun.

 

Bu metin, daha önce Evrensel Kültür dergisi Şubat 2011 sayısında yayınlanmıştır.

 



[1] Şablon, (İngilizce stencil), madenî levhadan kesilmiş hazır motiflerin çoğunlukla sprey boyayla yüzeye işlenmesidir.

[2] Bombalama, graffiti sanatçılarının graffiti yapma eylemine verdikleri isimdir.

[3] J. Ferrell, Crimes of Styles: Urban Graffiti and the Politics of Criminality (Boston: North East University Press. Ferrell, 1996).

[4] CCTV: Closed-circuit television camera for the surveillance of public: Halkın gözlenmesi için kurulan kapalı devre kamera sistemi.

[5] İngiltere’de Damien Hirst ve Tracey Emin gibi isimlerin dahil olduğu Genç Britanya Sanatı’nı meşhur eden, ünlü reklamcı ve spekülatör; Saatchi Galerisi’nin sahibi.

[6] Lev Kreft, “Sanat ve Siyaset: Sanatın Siyaseti ve Siyasetin Sanatı”, (ed.) Ali Artun, Sanat Siyaset: Kültür Çağında Sanat ve Kültürel Politika içinde(İstanbul. İletişim Yayınları, 2009).

[7] Hal Foster, “Çağdaş Sanatta Siyasal Kavramı”, a.g.e. içinde.

 

Banksy, sokak sanatı