"Bağımsız ve Devrimci Bir Sanat İçin": Occupy MoMA

28/1/2012 / skopbülten

Occupy Museums, 13 Ocak Cuma günü Diego Rivera’nın murallerinin sergilenmekte olduğu New York Modern Sanat Müzesi’nde (MoMA) eylem yaptı. İki saatten uzun süren eylem sırasında göstericiler, André Breton, Lev Troçki ve Diego Rivera’nın kaleme aldıkları “Bağımsız ve Devrimci Bir Sanat İçin” (1938) başlıklı manifestodan (tam metni haberin aşağısında) bölümler okudular ve müzenin beşinci katından merkez avluya inen bir kara-kızıl pankart astılar.

Eylemin sebebi, MoMA yönetim kurulunun iki üyesinin, aynı zamanda Sotheby’s müzayede eviyle de (biri yönetim kurulu üyesi diğeri danışman olarak) bağları olmasıydı. Daha önce Occupy hareketinin hedefi olan Sotheby’s, geçtiğimiz yazdan beri sendikalı çalışanlarına lokavt uyguluyor.[1]

Eylemin Cuma gününe denk getirilmesinin sebebi ise, MoMA’nın diğer günlerde 25 dolar giriş ücreti alması, “Target Free Friday” olarak adlandırılan Cuma günleri ise, Target adlı perakende mağaza zincirinin sponsorluğunda girişlerin ücretsiz olması. Occupy’cılar aynı zamanda, 1970’lerde “Artists Workers Coalition” adlı hareketin öncülüğünde kamu müzelerine girişlerin ücretsiz olması sağlanmışken, bugün bu kazanımın Target şirketi tarafından “markalandırılmasını” da protesto ettiler.[2] [EG]

 

 

 

Bağımsız ve Devrimci Bir Sanat İçin (1938)

André Breton, Lev Troçki, Diego Rivera

1)  Hiç abartısız rahatlıkla söylenebilir ki, insanın yarattığı uygarlık, bugün tanık olduğumuz kadar vahim tehlikelerle karşı karşıya kalmamıştır. Vandallar, Avrupa’nın bir köşesinde, barbar, yani son derece tekinsiz yöntemlerle antik uygarlığın son kalıntılarını da yok etme çabasındadırlar. Avrupa, modern tekniğin sağladığı bütün olanakları kullanarak, tarihsel birikimini kendi elleriyle yıkmaktadır bugün. Böyle söylememizin nedeni, adım adım yaklaşan dünya savaşı değil sadece. Barış döneminde olduğumuz halde, sanat ve bilimin hali daha şimdiden içler acısıdır.

2)   Felsefî, bilimsel veya sanatsal bir keşif, özünde bireysellik barındırması ve nesnel açıdan zenginleşmeyi sağlayan öznel niteliklere sahip olması itibariyle, değerli bir tesadüfün eseri gibi, yani zorunluluğun az çok kendiliğinden ortaya çıkması gibi gözükür. Böylesi bir katkı, (mevcut dünyayı yorumlayan) genel bilgi açısından olduğu kadar, (dünyayı değiştirmek için, onun hareketini yöneten yasaları doğru bir şekilde çözümlemesi gereken) devrimci yaklaşım açısından da göz ardı edilmemesi gereken bir katkıdır. Daha kesin bir ifadeyle söylemek gerekirse, içinde böyle bir katkının doğup geliştiği zihinsel koşulları görmezden gelmemek, entelektüel yaratımın tâbi olduğu özel kurallara saygıda kusur etmemek gerekir.

3) Gelgelelim, çağımızda entelektüel yaratımı mümkün kılan koşulların giderek ortadan kaldırıldığını görüyoruz. Bunun sonucunda, yalnızca sanat eserinde değil, “sanatsal” kişilikte de yavaş yavaş su yüzüne çıkan bir değer aşınması meydana gelmektedir. Özgürlük taleplerini dile getiren bütün sanatçılarını Almanya’dan süren Hitler faşizmi, sırf biçimsel olan bu tutumuyla bile, geride kalanları boyun eğmeye zorlamıştır. Böylece, kalemlerine ya da fırçalarına her ne pahasına olursa olsun sarılmaya razı olanlar, işi berbat bir uzlaşının en uç sınırlarına kadar vardırarak, rejimin uşakları ve düzenin şakşakçıları haline gelmişlerdir. Ayan beyan görüldüğü üzere, aynı durum, şiddetli bir gericiliğin zirvesinde olan Sovyet Rusya’da da söz konusudur.

4)  Söylemeye bile gerek yok, şu andaki getirisi ne olursa olsun, “Ne faşizm, ne komünizm” lafını şiar edinecek değiliz. “Demokratik” geçmişin kalıntılarına tutunan dar kafalı ve korkak tutucuların kaypak doğasına göredir bu laf. Gerçek sanat, daha önce yaratılmış hazır modeller üzerine yeni çeşitlemeler üretmez; aksine, günümüz insan ve insanlığının içsel ihtiyaçlarının dışavurulması yönünde çaba harcar. Bunu, devrimci bir yaklaşıma sahip olmaksızın gerçekleştirmek mümkün değildir. Bu, toplumun temel ve bütünsel ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak toplumu yeniden inşa etme görevini üstlenmek anlamına gelir. Toplumu, entelektüel yaratımı engelleyen zincirlerden kurtarmak; bütün insanlığın daha ileri bir aşamaya ulaşmasını sağlamaktır sanatın görevi. Geçmişte, yalnızca arka plana itilmiş üstün yetenekli insanlar başarmışlardır bunu. Yine biliyoruz ki, sadece toplumsal bir devrim yeni bir kültürün yolunu açabilir. Bu arada, evet, Sovyetler Birliği’ndeki yönetici sınıfla da bütün dayanışma bağlarımızı kesmiş bulunuyoruz. Bu konuda hiçbir şüphe duyulmasın, zira o bizim gözümüzde komünizmi değil, onun en tehlikeli ve en kalleş düşmanını temsil ediyor.

5)  Sovyetler’deki totaliter rejim, başka ülkelerde kontrol ettiği sözümona “kültürel” örgütler aracılığıyla, tüm dünyaya, zihinsel değer namına ne varsa ortaya çıkmasını engelleyen koyu bir alacakaranlığı yaymıştır. Bu alacakaranlık, entelektüel ve sanatçı kılığına bürünmüş bu çamur ve kandan oluşan alacakaranlık kuşağı, uşaklığı bir mesleğe; kendi ilkelerinin inkârını sapkın bir oyuna; yalancı tanıklığı bir alışkanlığa, suç ortaklığını da bir zevke dönüştürmüştür. Stalin döneminin resmî sanatı, tarihte eşi görülmemiş bir açıklıkla, uşaklıklarını maskeleme çabalarını yansıtır.

6)  Sanatın, bugüne dek riayet ettiği ve köleci devletlerin bile bütünüyle karşı çıkmaya yeltenemedikleri ilkelerinin rezilce inkâr edilmesi, tavizsiz şekilde kınanmalıdır. Sanatsal muhalefet, insanlığın elindeki en önemli güçlerden biridir. Bu güç, ezilen sınıfların daha iyi bir dünya taleplerinin yanı sıra, insanlık onuruna, insanlığın yüceliğine dair tüm duyguları aşındıran rejimlerin gücünü kırmaya ve onları yok etmeye yarayacak bir güçtür.

7)  Komünist devrim, sanattan korkmaz. Çöken kapitalist toplumda sanat uğraşının oluşumu üzerine yapılabilecek araştırmaların sınırını bilir; bu uğraşın birey ile ona karşı olan toplumsal formlar arasındaki çatışmayla belirlendiğinin farkındadır. Sadece bu olgu bile, onun bilincinde olduğu sürece, sanatçıyı devrimin uygun bir müttefiki haline getirir. Psikanalizin de ortaya koyduğu gibi, benzer her durumda devreye giren yüceltme mekanizması, bastırılan öğeler ile tutarlı “ben” arasındaki kırılmış olan dengeyi yeniden kurmaya çalışır. Bu yeniden denge kurma işlemi, mevcut dayanılmaz gerçekliğin karşısına iç dünyanın ve benliğin, bütün insanlarda ortak olan ve durmaksızın serpilip gelişen güçlerini çıkaran “ben’in ideali” yararına gerçekleşir. Tinin özgürleşme ihtiyacı, kendi yolunu izleyerek, bu temel ihtiyaçla, insanın özgürleşme ihtiyacıyla birleşir.

8)  Buradan çıkan sonuç şudur: sanat, gücünden ödün vermedikçe, kendisine ters gelen hiçbir buyruğa boyun eğmez; kendisine önerilen kadrolar içinde uysalca yer almaz. Oysa kimileri, sanatın, kendilerine pragmatik amaçlara olabildiğince kısa yollardan ulaşma olanağı sağladığını sanır. Bu durumda başvurulacak yegâne şey, insanın kendi yeteneğine bel bağlamasıdır, ki bu, bütün büyük sanatçıların ortak özelliğidir. Bu, bir sanatçının, çağının en ciddi çelişkilerini çözme yönündeki (gizil) karar gücünü kullanma konusunda başı çekmesi anlamına gelir. Yine bu, sanatçının, yeni bir düzen kurulması aciliyetinin anlaşılması konusunda çağdaşlarının düşüncelerine kılavuzluk etmesini gerektirir.

9)  Genç Marx, günümüz yazarından etkin bir görev üstlenmesini istemişti. Çok açıktır ki bu görüş, sanatsal ve bilimsel planda, farklı araştırma ve üretme kategorilerini içine alacak şekilde genişletilmelidir. Şöyle der Marx: “Bir yazar, yazmak ve yaşamını sürdürebilmek için para kazanmak zorundadır doğal olarak. Ancak çalışmalarını hiçbir zaman bir gelir kapısı olarak görmemelidir. Bu çalışmalar başlı başına amaçtır zaten.Yazarın kendisi ve diğerleri için ancak yetecek bir gelir kaynağı olabilirler. Sağladıkları o kadar az bir gelirdir ki, yazar, gerektiğinde, kendi yaşamını diğerlerinin yaşamı için feda etmek durumunda kalır. Basın özgürlüğünün ilk koşulu gazeteciliği bir meslek olarak görmemektir.” Entelektüel etkinliği kendisine yabancı amaçlar doğrultusunda kullanmak isteyenlere karşı öne sürülebilecek mükemmel bir ifadedir bu. Entelektüel etkinlik, kıymetleri kendinden menkul bütün tarihsel belirlemelerin aksine, sanat konularına kendi bildiğince yön verir; bu onun varlık sebebidir. Bu konuların özgür seçimi ve keşif alanının hiçbir surette sınırlandırılmaması, sanatçı açısından devredilemeyecek bir mülkiyet hakkına sahip çıkmakla eşdeğer bir haktır. Sanatsal yaratımda asıl önemli olan, imgelem yetisini bütün baskı ve zorlamalardan uzak tutmak; sanatı, her ne şekilde olursa olsun, dış etkenlerden arındırmaktır. İster günümüzde, ister gelecekte, sanatın, kendi araçlarıyla asla uyuşmadığını düşündüğümüz bir disipline boyun eğmesi yönünde baskı yapanlara kesinlikle karşı durmamız gerekiyor. Özgürleşmiş irademizin böylelerinin karşısına çıkaracağı formül şu olmalı: sanatta her şeye izin vardır.

10) Devrimci devletin, burjuvazinin saldırısına (kendini bilim ya da sanat kisvesi altında sunduğu zaman bile) karşı kendini savunma hakkı olduğunu teslim ediyoruz elbette. Ancak, mecburen benimsenmiş geçici önlemler ve kendini savunma girişimleriyle, toplumun entelektüel yaratıcı gücü üzerinde emir zoruyla etki oluşturma çabası arasında büyük bir ayırım vardır. Maddi üretim güçlerinin gelişimi açısından, merkezîleşmiş bir sosyalist rejim kurmayı öngörür devrimci hareket. Entelektüel yaratım açısındansa, en başından itibaren, bireysel özgürlüğün anarşist rejimini kurmak ve bu rejimi kollamak yönünde çaba gösterir. Hiçbir otorite, hiçbir baskı, en küçük bir buyruk izi kalsın istemez arkasında... Dış baskının eserine bile razı olmaksızın, özgür ve yaratıcı bir dostluk temeli üzerinde, tek başına verimli bir çalışmanın ortaya çıkabilmesi, yayılıp genişleyebilmesi, başlangıçta o kadar da görkemli gözükmeyen amaçları sonuna kadar götürebilecek çalışmalarla, farklı bilim derneklerinin ve sanatçılardan oluşan kolektif grupların bu işi üstlenmeleriyle mümkün olabilir.

11) Yukarıda söylediklerimizden açık olarak anlaşılmaktadır ki, yaratım özgürlüğünü savunarak, siyasal kayıtsızlığı haklı göstermeye çalışıyor değiliz. Ayrıca, gericiliğin en kirli amaçlarına hizmet eden sözümona “saf” bir sanatı canlandırmak gibi bir arzumuz yok. Hayır; sanatın toplumun kaderini etkileme işlevini üstlenmesini reddetmek için fazlasıyla soylu sayılacak bir düşüncemiz var. Ve inanıyoruz ki, yaşadığımız dönemde sanatın en soylu görevi, devrimi hazırlama aşamasına etkin ve bilinçli olarak katılmaktır. Bununla birlikte, sanatçı özgürleşme mücadelesi verecekse, onun sosyal ve bireysel yanlarını öznel olarak özümsemelidir; onun anlamını ve dramını damarlarında hissetmeli ve sanatında özgürce iç dünyasını canlandırmalıdır.

12) İçinde yaşadığımız, kapitalizmin can çekiştiği dönemde, sanatçı –ister faşist, ister demokratik, hangi düzende yaşıyor olursa olsun– toplumla olan uyuşmazlığını açık etme ihtiyacında olmasa dahi, yaşama ve eserini kitlelere ulaştırma hakkından mahrum bırakılma tehdidiyle karşı karşıyadır. Böyle bir durum karşısında, yalıtılmışlığından kurtulmak için Stalinci örgütlere yönelmesi doğal olacaktır. Ancak, bu, kendi mesajını iletmekten vazgeçmesi anlamına gelecektir. Ayrıca, bu örgütlerin, birtakım maddi avantajlara karşılık talep ettikleri son derece aşağılayıcıdır. Hele ki moral bozukluğu, kişiliğinin hakkından gelmeyegörsün. Devrime ihanet edenlerin arasında değil, dışında kalmalıdır sanatçı. Devrimin ilkelerine sarsılmaz bir inançla bağlı insanların arasındadır onun yeri. Bu insanlar, sanatçıya, kendisini gerçekleştirmesinde ve böylece, insan dehasının bütün biçimlerinin ulaşabileceği en özgür ifade zeminini yaratmasında yardımcı olabilecek nitelikteki yegâne insanlardır.

13) Bu çağrının amacı, sanatın devrim yanlılarını bir araya getirmek için zemin oluşturmak, sanatın yöntemleriyle devrimci harekete hizmet etmek ve iktidarı zor kullanarak ele geçirenlere karşı bizzat sanatın özgürlüğünü savunmaktır. Oldukça farklı estetik, düşünsel ve siyasal eğilimlere sahip insanların bu zemin üzerinde buluşabileceklerine derinden inanıyoruz. Marksistler ve anarşistler bu zemin üzerinde el ele yürüyebilirler; yeter ki, hem Stalin’i hem de uşağı Garcia Oliver’i temsil eden gerici baskıcı zihniyetle tüm bağlarını gözlerini kırpmadan koparmış olsunlar.

14) Bugün, sesleri, kalpazan parti yanlıları tarafından gürültü patırtı içinde boğulmuş, toplumdan soyutlanmış binlerce düşünür ve sanatçı var dünyanın dört bir yanında. Onların çevresinde toplanmış ve yeni bir ses arayışında olan genç insanlar, yerel küçük dergiler çıkararak, herhangi bir devlet yardımı görmeksizin kendilerine yol açmaya çalışıyorlar. Bugün, sanatta ilerlemeyi öngören bütün eğilimler, faşizm tarafından gölgelenmekte ve yaptıkları iş yozlaşma olarak görülmektedir. Stalin rejiminden yana olanlar, bütün özgün yaratım ürünlerini faşist olarak yaftalamaktadır. Bağımsız devrimci sanat, gerici ve kıyıcılara karşı mücadelede birleşmek ve var olma hakkını dünyaya haykırmak zorunda. Böyle bir birleşmenin sağlanması, kurulmasını elzem gördüğümüz Uluslararası Bağımsız Devrimci Sanat Federasyonu’nun (F.I.A.R.I.) başlıca amacıdır.

15) Bu çağrı, barındırdığı her düşünceyi dayatmak gibi bir amaç gütmüyor. Çabamızı, bu yeni yolda bir ilk adım olarak görüyoruz. Sanatın, bu çağrımızın gerekliliğini kavramış olan bütün temsilcilerini, bütün sanat dostu ve savunucularını, seslerini derhal yükseltmeye davet ediyoruz. Aynı duyuruyu, sözünü ettiğimiz federasyonun kurulmasına katkıda bulunmaya; görev ve eylem yöntemlerini tartışmaya hazır sol cephedeki bütün bağımsız basın-yayın organlarına da yapıyoruz.

16) Basın ve yazışmalar yoluyla ilk uluslararası bağlantı kurulduktan sonra atılacak ilk adım, ulusal ve yerel nitelikte mütevazı kongreler düzenlemek olacak. Bundan sonraki aşama ise, aslî görevi Uluslararası Federasyon’un resmen kurulması olan bir dünya kongresi düzenlemek...

Ne istiyoruz:

Devrim için – Sanatın bağımsızlığı

Sanatın mutlak özgürleşmesi için – Devrim

Çeviren Kaya Özsezgin (Sanat Manifestoları: Avangard Sanat ve Direniş içinde, der. Ali Artun [İstanbul: İletişim, 2011])

 

                                                                    Soldan sağa: André Breton, Diego RiveraLev Troçki.

 



[1]Occupy Sotheby’s eylemi için bkz: http://www.e-skop.com/skopbulten/occupy-sothebys/434

sanat ve direniş, Occupy Museums, müze