Akıllı Telefondan Büyülü Halıya II . Kaldırım Taşlarının Altında Ağ Var

Aşağıdaki metin, e-flux derginin Nisan 2015 sayısında yayınlanan Honeywell I'm Home: The Internet of Things and the New Domestic Landscape başlıklı yazının ikinci kısmından kısaltılarak çevrildi. Yazının ilk bölümü için bkz: Akıllı Telefondan Büyülü Halıya: Teknolojinin Aklı, Mimarlığın Hayallerine Karşı

Justin McGuirk, Radical Cities: Across Latin America in Search of a New Architecture (Londra: Verso, 2014) başlıklı kitabın yazarı.

 

Veri Fabrikası Olarak Ev

Evlerimizin gün geçtikçe üretimin birincil sahası haline geldiği apaçık bir gerçek olsa da, bu gerçeği tekrar etmekte fayda var. Bu sadece, pek çok insanın evden çalışmasına imkân veren esnek çalışma modelleri için geçerli değil; özel alanlarımızı zahmetsizce metalaştırmamızı sağlayan “paylaşım ekonomisi” (yani, dijital kiralama ekonomisi) denen şey için de geçerli. Evin bir inziva yeri olduğu, işten güçten uzaklaştığımız bir sığınak olduğu fikri aşınıyor. Ama evlerimizin birer üretim sahası olmasını kelimenin tam anlamıyla gerçek kılan bir diğer olgu da, yükselen emlak fiyatları. Son yıllarda emlak fiyatlarının yüzde 18’lik artış gösterdiği Londra’da, evinizin bir yıl içinde sizden daha fazla para kazanıyor olması muhtemeldir.

Bir de buna, akıllı, ağ bağlantılı ürünlerin, evi birincil veri toplama merkezine dönüştürdüğü gerçeğini ekleyelim. 2020 yılında, 50 milyar kablosuz internet bağlantılı ürün olacağı tahmin ediliyor; bunların hepsi de, imalatçı şirketlere aktarılan ve onlar tarafından depolanan verileri toplayacak. Kısacası, ev bir veri fabrikasına dönüşüyor.

Bizler de bu sürece bir süredir bizzat katılmaktayız; bilhassa da, makine parçaları yerine öznellikleri –kanaatlerimizi, hayat tarzı seçimlerimizi, kamusal imgelerimizi– imal ettiğimiz post-Fordist dünyanın oluşmasına katkıda bulunan sosyal medya üzerinden. Farklı kuramcılar bu olaya farklı açılardan yaklaştı: Zygmunt Bauman buna “benliğin metalaşması” adını verirken, Franco “Bifo” Berardi esasen bir iletişim emeği olan “bilişsel emek” nitemelesini kullandı. Berardi’nin bilgi-meta kuramından, akıllı ev olgusuyla ilgili sonuçlar çıkarmak zor değil. Akıllı evin en sinsi yönü, “kognitarya”nın mutlu mesut tweet atan mensupları olarak bilinçli biçimde ürettiğimiz verilerin yanı sıra, farkında olmadan da muazzam miktarda veri sağlayacak olmamız. Bu verilerin bir kısmı işimize yarayacak –örneğin, ev içinde ne kadar enerji sarf ettiğimizi veya buzdolabında süt olup olmadığını bilmek gibi– büyük kısmı ise, özellikle üst-veriler, hiçbir işimize yaramayacak. Ama bunların hepsi, söz konusu ürünleri üreten şirketler için son derece değerli olacak.

Yani ev, gayri maddi çalışmamızın bir uzantısına dönüşüyor. Ev, ölçübirimleri üretiyor. Üzerimize giyebildiğimiz teknolojinin adımlarımızı ölçmesi gibi, evlerimiz de bizi başka şekillerde denetleyecek ve ölçecek. Cihazlarımızın hepsi, tek bir büyük veri hasatı için el ele verecek. Peki bu veriler, ürünleri imal eden şirketlerin sahibi olan teknoloji şirketleri için neden bu kadar önemli? Çünkü bu verileri tüketici profili oluşturmada kullanacaklar, hedef kitle odaklı pazarlama yapabilmek için. Bu veriler, kestirimci analiz yöntemiyle, ilerdeki tüketim deneyimlerinizi de düzenlemekte kullanılacak: şu an Amazon ve Netflix’in size daha fazla Dave Eggers okumanızı veya Homeland’in yeni sezonunu seyretmenizi önerirken kullandığı araçların aynısı. Ev içindeki bütün gündelik faaliyetlerimiz ve tercihlerimiz, bizi tanımlayan şeyin parçası olacak.

 

Klavye tuşlarının birer egzersiz aleti olarak tasarlandığı No 41 Sporbilgisayar, Bless Grubu. Bkz. Esnek Kapitalizm Çağında Tasarımın Problemleri Üzerine

 

Şirketlerin Denetimindeki Öznellik

Tabii bütün bunlarla ilgili en bariz ve en çok telaffuz edilen kaygı, mahremiyet. Verilerimizin ve üst-verilerimizin kitlesel biçimde toplanması, evlerimizin içine kapalı devre kamera sistemi yerleştirilmesine denk olmayabilir, ama dijital gözetimin bir biçimi olduğu muhakkak. Antik Yunan’daki mahremiyet kavramına mı dönüyoruz, diye sorulabilir – Hannah Arendt’in pek de mahrem olmadığını iddia ettiği o mahremiyet türüne. Özel mülkiyet, ancak asırlar sonra, “kamusal dünyadan, yalnızca orada olup bitenlerden değil onun umumiyet biçiminden, görülür ve duyulur olmaktan güvenilir biçimde uzaklaşmanın yegâne sığınağını” sağlayacaktı.[1]

Oysa akıllı evde özel alan tam olarak kamusallaşmıyor, sadece özel şirketlere açılıyor. Teknoloji şirketlerinin akıllı ev karşılığında bize önerdikleri şey, verimlilik. Biz tüketiciler de, sırf “bedava” açtığımız verilerimizle onlara hizmet sağlamaya alıştığımız için bu işe gönüllü olacağız – bu ürünlerin bazıları, ürettikleri veri karşılığında neredeyse ücretsiz bile sunulabilir. Gelgelelim, verimlilik ile denetlenme arasında çok ince bir sınır var. Rem Koolhaas, 2014 Venedik Bienali’nde Nest şirketinin CEO’su Tony Fadell’le söyleşi yaptı (şirket, Koolhaas’ın “Elements” sergisinin sponsorlarından biriydi). Koolhaas söyleşide, enerji tasarrufu yapmayı bilen bir termostat ile, enerji tasarrufu yapmayı öneren, hatta günlük enerji kotanızı doldurduğunuzu ve yatma vaktinin geldiğini ima eden bir termostat arasında çok ince bir sınır olduğunu söyledi.

1960 kuşağından olan Koolhaas’ın hafızasında, Stanley Kubrick’in 2001: A Space Odyssey filminden bazı karelerin yer etmiş olması muhtemel:

 

Dave Bowman: Kapsülün kapılarını aç, HAL.
HAL: Kusura bakma, Dave. Korkarım bunu yapamam.
Dave Bowman: Problem nedir?
HAL: Bence sen de problemin ne olduğunu benim kadar iyi biliyorsun.

 

 

Akıllı, ağ bağlantılı ürünlerin ister istemez denetleme örüntülerine yol açacağı fikri, teknolojiye karşı daima tetikte olan Evgeny Morozov tarafından uzun uzadıya ele alındı. Morozov buna “çözümcülük” adını veriyor. Sorunları etkili biçimde çözmek adına, gün geçtikçe sensörlere, uygulamalara, geribesleme döngülerine bağımlı hale geliyoruz, ama bu araçlar aslında önceden belirlenmiş davranış biçimlerini benimsetecek şekilde tasarlanıyor. Morozov, Procter & Gamble şirketinin Güvenli Mikrop Uyarısı adlı ürününü buna örnek gösteriyor: Filipinler’de, umumi tuvaletlerde kullanılan akıllı sabunluk gövdesindeki alarm, lavabodan uzaklaştığınızda devreye giriyor ve ancak sabunluğa bastığınızda duruyor. Benzer şekilde, Britanya hükümetinin yurttaşları “dürtüp” daha doğru davranışlara sevk etmek üzere akıllı cihazları devreye soktuğuna dair haberler yapıldı. Westminster Konseyi’nin hazırladığı bir raporda, konut yardımlarının spor salonuna gitme alışkanlığına bağlanması, insanların spor salonuna gidip gitmediğinin de akıllı kart aracılığıyla denetlenmesi öneriliyor. En son, rejim yapmadıkları takdirde obezite hastaları için sosyal yardımların kesilmesi önerildi. İşte, akıllı buzdolabı fikrinin birdenbire önünü açtığı çağrışımlar bunlar.

Gelgelelim, totalitarizme varan toplumsal mühendislik endişesinden veya çocuklarına dadılık eden devlet fikrinden daha gerçekçi bir olasılık, “doğru” davranış kalıplarının bize finansal dayatmalar üzerinden benimsetilmeye çalışılması. Nesnelerin interneti için öngörülen “doğal ticaret modeli”nin reklamcılık değil de sigortacılık olması, denetlemenin finansal yaptırımlar üzerinden işletileceğini düşündürüyor. Akıllı yürüme bandınız her gün belli bir kilometreyi tutturamazsa sigorta priminiz yükselecek. Dahası, sigara içmek veya Bourbon viskiyi biraz fazla kaçırmak, sigortalanmaya elverişsiz olmanıza yol açan sapkın bir davranış kalıbı oluşturabilir.

Superstudio, MoMA sergisinden bir sene önce, 2000-Tonluk Kent başlıklı bir model tasarlamıştı. Bu mega-strüktürün yurttaşları, bütün arzularının gerçekleştiği bir tekno-ütopyada yaşıyordu – tek koşul, akıllarından hiçbir muhalif fikrin geçmemesiydi, o zaman 2000 ton ağırlığındaki tavan başlarına çöküyordu. Daha önce de söylemiştik, akıllı ev, kara mizah ve distopik fantezi için biçilmiş kaftandır.

Fakat akıllı ev, gayet sıradan bir görünüme sahip. Superstudio’nun saçmalık sınırına kadar götürülmüş modernizminden veya Alison ve Peter Smithson’ın kapsül biçimli Geleceğin Evi’nden farklı olarak, akıllı evin alelade bir görünümü var. Time dergisi geçen yıl akıllı evi kapağına taşıdığında (“geleceğin evinde kendinizi daha huzurlu, güvenli, zengin ve sağlıklı hissedeceksiniz”), ucuz görünümlü, şirin bir banliyö evinin resmini seçmişti. Bu son derece kurnaz bir seçimdi, zira akıllı ev gerçekliğe dönüşecekse, mevcut evlerin büyük kısmına uyum sağlamak zorunda, aksi halde farklılık peşindeki bir avuç zenginden oluşan dar bir piyasaya mahkûm olur.

 

“Geleceğin Evi”, Alison ve Peter Smithson, 1956

 

Time dergisinin Akıllı Ev dosyası

 

Kaldırım Taşlarının Altında “Bulut” Var

Ağ kavramının mecazi boyutu –nesnelerin internetinin oluşturduğu üst-ağ fikri– paslı borulardan ve yeraltı kablolarından oluşan gerçek ağın üzerini örtüyor. Oysa Reyner Banham’ın bize hatırlattığı gibi, Edison’ın ampulleri, şebeke elektriği dağıtım sistemini icat etmemiş olsa hiçbir işe yaramazdı. Fakat, elektrik sağlayıcılarının kullanımı binanın dış formunu belirlese de, mimarlar onları saklamak için her yola başvuruyor.

Ağ altyapımızın görünmez olmasını tercih ediyoruz, onun için de “bulut” gibi bulanık benzetmeler türetiyoruz. Halbuki içten içe biliyoruz ki “bulut” dediğimiz şey, Houston’ın dışında bir yerlerde bulunan, ama gözlerden ve zihinlerden uzak, dev bir sunucu kümesi. Timo Arnall’ın İspanya’daki bir veri merkezinde çektiği Internet Makinesi başlıklı filmi, tam da bu tür benzetmelerin ardındaki somut gerçeği gözler önüne sermek üzere, sunucu yığınları, vantilatörler ve kilometrelerce uzanan fiber-optik kablolar arasında geziniyor.

 

Internet Makinesi filminden

 

Velhasıl, akıllı ev, tüketicileri görünmez altyapılardan oluşan muazzam bir ekonomik bölgeye sokan ilk adım. Akıllı evin gündelik (hatta mahrem) eviçi verileri, akıllı kentin “büyük veri”lerini oluşturmak üzere birikecek. Burası, güçlü şirketlerin devreye girdiği nokta – neoliberalleşmiş, kemer sıkma politikalarının güdümündeki yerel yönetimlerin direnmekte zorlandığı güçlerin. Sanatçı James Bridle “Kaldırım taşlarının altında bulut var,” dediğinde, maddi bir gerçeklikten söz ediyordu. Peki bulutun sahibi kim? Akıllı kentin sahibi kim?

 



[1] Hannah Arendt, “The Vita Activa”, The Portable Hannah Arendt içinde, ed. Hannah Arendt ve Peter R. Baehr (New York: Penguin, 2003) s. 212.

mimarlık, özelleştirme, ağ toplumu