Açık Toplum, Çağdaş Sanat

Çağdaş sanat, gözden ırak, fildişi bir kulede korunan, saf, ruhani bir disiplin değil diyor Hito Steyerl; aksine, neoliberal dünyanın tam olarak merkezinde konumlanıyor. Steyerl'e göre, çağdaş sanat, Soğuk Savaş sonrası yeni dünya düzenine geçişi yansıtmakla kalmıyor, ona etkin bir biçimde aracılık da ediyor.[1]

 

Sanat ve Neoliberal Kültür Politikaları

Irmgard Emmelhainz'a göre ise, günümüzde devlet, özel sektör ve sivil toplum, ekonomik ve politik artı-değer üretmek amacıyla kültüre yatırım yaparak sanata belirleyici bir politik rol biçiyor, sanat ve kültür pratikleri de artık toplumsal hareketlerle aynı bilgi ve iletişim ağının –infosferin– bir parçası haline gelmiş durumda. Kültürü ve sanatı algılayış biçimimiz, küreselleşen sivil toplum, hükümetler, hükümet dışı kuruluşlar, piyasa, kültür yöneticileri ile kültürel ve yaratıcı endüstrilerde çalışanlar aracılığıyla temelden değişiyor. Sanat, sanatın iletişim potansiyelini araçsallaştıran ve kültürü bir çeşit sosyal sermaye veya kaynak olarak gören siyasi kaygılarla iç içe geçmiş durumda. Sanatçılar, mutabakata varılmış kurum veya sergi politikalarının sınırları dışında bir şeyler üretmeye çalıştıklarında kısıtlanıyorlar. Sanat, politik hassasiyetlerin aracı haline gelmiş durumda.[2]

Bugünün sanatı, yağmacı ekonomik ve jeopolitik güç dağılımının şekillenmesine etkin bir katkı sağlıyor; dolayısıyla, "Yeni Dünya Düzeni"ne geçiş sürecine de destek vermiş oluyor, diyor Emmelhainz. Küreselleşmeyle birlikte, artık dünyanın her köşesine yayılmış olan çağdaş sanat da, "bir müdahale ve gelişim –ve liberal değerleri benimsetme– aracı olarak kullanılarak, liberal politikaların normalleştirilmesine destek veriyor... Kültür kurumları, hâkim düzenin yönetim organları olarak işliyor ve kültür üreticileri de serbest piyasa ideolojisinin yaşamımızın her yönüne aktarılmasına etkin bir biçimde katkı sağlıyorlar".[3]

Berlin Duvarı'nın yıkılması, Doğu Avrupa komünizminin çöküşü ve kapitalizmin küresel zaferinin ardından, sanat dünyası süratle bir yeniden yapılanma sürecine giriyor. Dünyanın dört bir yanını sanat etkinlikleri sarıyor; farklı etnik ve kültürel kimlikleri taşıyan ve Batı'nın uzun yıllardır göz ardı ettiği pek çok sanatçı, eleştirmenlerin onayını alıyor ve ticari başarı kazanıyor.[4] Žižek'in ifadesiyle "sermayenin evrensel anonimliğinin ve homojenleştirici gücünün bir perdesi" olan çokkültürlülük politikası sanatta da yükselişe geçiyor.[5] Çokkültürlülük söyleminin arkasındaki vizyon –yani küresel sermaye rüyası– bütünüyle ve büyük bir hızla sanat dünyasına yansıyor. Sanat, kültürel melezliğin medyası haline geliyor. Bu gelişme sonucunda sanat söylemi, sanat kurumları ve sanatçıların ürettiği işler hızlı bir değişim sürecinden geçiyor. Stallabrass'ın ifadesiyle "günümüz sanatı küreselleşmenin ve neoliberalizmin erdemlerini somutlaştırmakla kalmıyor, fiilen bu erdemlerin propagandasını da yapıyor".[6]

 

Açık Toplum-Çağdaş Sanat

Çağdaş sanatı, Balkanlar'daki ve Kafkaslar'daki neoliberal dönüşümler için araçsallaştıran en önemli aktörlerden biri, George Soros. Soros'un kurduğu ya da desteklediği karmaşık kültürel-politik iletişim ve enformasyon ağları içindeki en etkin kuruluşlar, Açık Toplum Vakıfları (OSF). Çoğunluğu Doğu Avrupa coğrafyasında olmak üzere, 44 ülkede hâlâ aktif bir biçimde işleyen bu vakıfların aktivitelerini anlayabilmek için, "Açık Toplum İdeali"nden ve bu idealin dayandığı felsefi altyapıdan da kısaca bahsetmek gerekiyor.[7] Soros kendi "Açık Toplum İdeali”ni, bir zamanlar akıl hocası da olan Karl Popper'ın Açık Toplum ve Düşmanları adlı kitabına dayandırıyor. Popper'a göre, açık toplumda gerçek ve bilgi, vatandaşlarla, devlet ve arabulucu sivil toplum kuruluşlar arasındaki tartışmalarla ve diyaloglarla şekilleniyor. Uygulamada ise açık toplum, hukukun üstünlüğüne dayanan, demokratik yollarla seçilmiş hükümetlerce yönetilen, içinde farklılıkları barındıran güçlü bir sivil toplum.[8] Ancak, böylesi bir toplumun oluşması için öncelikle açık toplumun düşmanlarının bertaraf edilmesi gerekiyor. Açık toplumun düşmanı olan filozoflar da, Popper'a göre, Platon, Hegel ve Marx. Bu filozofların düşüncelerini izleyen bütün toplumlar, kaçınılmaz olarak, totaliter "kapalı toplum"lara dönüşmeye mahkûmlardır, diyor Popper.[9]

 

Popper ve Soros

 

Karl Popper'ın "açık toplum" felsefesi, neoliberal ekonominin kurucularından Friedrich Hayek'i de etkiliyor. Zaten ikisi de Avusturyalı ve birbirleriyle arkadaşlar. Hayek'in neoliberalizmin küresel örgütlenmesine katkısı, geliştirdiği ekonomi teorisinin çok ötesinde. Britanya Başbakanı Thatcher, ABD başkanları Reagan ve Bush gibi küreselleşme önderleriyle yakın ilişkileri var. Şili'de seçimle iş başına gelen sosyalist Allende'ye karşı düzenlenen faşist cuntayla işbirliği içinde. Zaten cunta askerlerinin katlettiği Allende'nin totaliter olduğunu söylüyor. Bir başka faşist diktatör olan Salazar'a da danışmanlık yapıyor.

"Kapalı toplum" meselesini, Soros vakıflarının "Açık Toplum" ideali bağlamında da anlamak önemli. Soros da komünizmin çöküşüyle birlikte, özellikle Doğu coğrafyasındaki eski komünist ülkelerin, kapalı toplumlardan açık toplumlara dönüşme sürecinde aktif bir rol almayı amaçlıyor. Octavian Esanu'ya göre, 1990’ların başında komünizmin çöküşüyle ve küreselleşmenin başlamasıyla birlikte, Doğu Avrupa coğrafyasındaki toplumsal hayatın bütün katmanları kapsamlı bir dönüşüm sürecine giriyor. Bu dönüşümün, özellikle sanat alanındaki en önemli katalizörlerinden birinin ise, Açık Toplum Vakıfları bünyesinde kurulan Soros Çağdaş Sanatlar Merkezleri (SCCA) olduğunu söylüyor Esanu. Bu merkezler, o yıllarda, Doğu Avrupa coğrafyasında 20'den fazla ülkede faaliyet göstermeye başlıyor.[10]

 

Soros Sanat Merkezleri

 

Bu coğrafyadaki sanatsal değişim, Sovyet Bloğunun resmî sanat doktrini olan sosyalist realizmin tasfiye edilerek, Batılı bir sanat anlayışı olan çağdaş sanatın benimsenmesine dayanıyor. Çağdaş sanatın bu ülkelerde ortaya çıkışı ile Batı'da ortaya çıkışı arasındaki en temel fark, buralarda yeni ve alışılmadık sanatsal tutumların aceleyle mevcut kültürel ortamlar içine nakledilmesi veya aşılanmış olması, diyor Esanu. "Bu süreç, “geçiş dönemi” olarak adlandırılan 1990'lı yıllarda yaşanıyor: yani, yabancı ve yerel kamusal ve özel teşebbüslerin sosyal hayatın her alanında yeni tip kurumlar oluşturmaya başladığı dönemde. “Demokrasiye geçiş” sloganı altında, geniş çaplı bir kurum ve kimlik inşası süreci başlıyor".[11]

Soros Çağdaş Sanatlar Merkezleri de sanatsal topluluklara neoliberal kültürel değerleri ve davranışları tanıtıyorlar, çağdaş sanat sergileri ve çağdaş sanatın tarihine dair seminerler düzenliyorlar; yeni ve ulusaşırı olan medya biçimlerini teşvik ediyorlar. Bu merkezlerin faaliyetleri sanatçı ödenekleri, çağdaş sanatın dokümantasyonu ve çağdaş sanat sergileri olmak üzere üç ana kategoriye ayrılıyor.[12]

 

"Soros Realizmi"

Merkezler, Esanu'ya göre, dokümantasyon programları aracılığıyla tarihi yeniden imal ederek yeni post-sosyalist kimlikler inşa ederken, ödenekler ve ödeneklerin sanatçılara dayattığı koşullar aracılığıyla da, ısmarlama sanat üreten bir "girişimci sanatçı" kitlesi oluşturuyorlar. Miško Šuvaković, bu ödenekler doğrultusunda Doğu Avrupa coğrafyasındaki bienallerde ve sergilerde o yıllarda ortaya çıkmaya başlayan Balkan çağdaş sanatını tanımlamak için "Soros Realizmi" ifadesini kullanıyor.[13]

 

Bu süreç, fiilen, şansını deneyen ve kuramsal/finansal destek bulan bir yapıtın “yaratılışı” için bir formülün yaratılmasına yol açmış durumda. Sanat yapıtının ontolojisi, gözle görülür bir morfoloji kazanıyor: (a) yeni medya (ulusaşırı) + (b) yerel (bölgesel) temalar = (c) kültürün silinmiş izlerinin sunumu.[14]

 

Yani başka bir ifadeyle: “Bir tutam dijitallik, üzerine bir tutam etnisite ve bol miktarda söylemsellik, işte size yerel ile küreseli yapılandıran melez Avrupa eseri olarak yeni Balkan eseri."[15]Soros realizmi, postmodern çoğulculuğun ve çokkültürlülüğün, yüzyıl sonunda Avrupa toplumlarının gerçekleştirmek zorunda olduğu aydınlanmış siyasal liberalizmin bir kıstası olarak yumuşaklıkla ve incelikle tektipleştirilmesi ve standartlaştırılmasıdır.”[16]

 

Esra Ersen, Hamam, 2001. “Balkanların İzinde” adlı sergiden

 

Maja Bajevic, Çalışan Kadınlar, 2001. “Bal ve Kan: Gelecek Balkanlar’da” adlı sergiden

 

Sanatın Balkanlaştırılması

"Küratoryal Taktiklerle Kimlik İmalatı" makalesinde Miško Šuvaković, Balkan Üçlemesi adıyla Avusturya ve Almanya'da düzenlenen üç sergiyi inceliyor. Bu sergiler, 2002 yılında Graz'da düzenlenen, Peter Weibel küratörlüğündeki "In Search of Balkania"(Balkanlar’ın İzinde); 2003 yılında Klosterneuburg'da düzenlenen, Harald Szeeman küratörlüğündeki "Blut und Honig – Zukunft ist am Balkan" (Bal ve Kan: Gelecek Balkanlar’da) ve 2003 yılında Kassel'de düzenlenen René Block küratörlüğündeki "In den Schluchten des Balkan: Eine Reportage" (Balkan Geçidinde: Bir Rapor) sergileri.[17]

Bu sergilerin bariz bir işlevi olduğunu belirtiyor Šuvaković: "henüz tam anlamıyla oturmamış ama yine de Avrupalı olan bir mekânda, yeni Avrupa kimliği kurgusu ile gerçekliği arasında istikrarsız bir ilişki kurmak ve icra etmek."[18] Balkanlar ya da Balkan sanatı fikrinin bölgeden veya bölgesel bağlardan değil, "kültürel-sanatsal bölgeselleştirmenin kurgusallaştırılmasından ve ideolojileştirilmesinden" türediğini söylüyor. Bu coğrafyada imal edilmekte olan Balkan kimliğinden ya da melez Balkan kimliklerinden gerçek kimliklermiş gibi bahsetmek artık mümkün değil, "sadece geçici Balkan kimliğinin, yeni AB düzenindeki küreseli ve yereli Avrupalı bir melezlikte gerçekleştirme projesinin sanal imgesini yaratmadaki performatif mahiyetinden bahsedebiliriz".[19] Sonuçta, "bugün esas sorulması gereken soru Balkanlar’ı kültürel açıdan özgül kılan nedir sorusu değil, kapitalizmin farklı evrelerinin ya da tiplerinin gerçekleştirilmesinin, Balkan kültürleri dediğimiz kültürler üzerinde nasıl icra edilmekte olduğu sorusudur."[20]

Sanatçı Alen Ožbolt da, "Efficient Global Cleansing" (Etkin Küresel Temizlik) makalesinde, artık "Balkan" diye bir şeyden bahsedilemeyeceğini, küresel kapitalizm aracılığıyla silinmiş ve içi boşaltılmış Balkanlar’dan geriye yalnızca stereotiplerin ve Balkan olmaya dair klişelerin kaldığını söylüyor.[21]

Soros örgütlerinin sanata dair misyonları yayınlarında açıkça ifade ediliyor. Yine bu yayınlarda, sosyalist kapalı toplumların, açık sivil toplumlara dönüşümünde sanatın oynadığı rol de sıkça vurgulanıyor. 2011 yılında yayınlanan, "Batı Balkanlar’da Açık Toplumu İnşa Etmek" adlı Açık Toplum Vakfı yayınında, Soros Çağdaş Sanatlar Merkezi'nin direktörlerinden Milena Dragićević Šešić, Balkanların dönüşümünde sanata verdikleri önemden bahsediyor ve merkezlerin aktiviteleriyle ilgili örnekler veriyor. Amaç, hiçbir zaman, sanat için sanatı desteklemek değil, diyor Šešić; amaç, sanatı yeni bir toplumun inşasında etkili bir biçimde kullanabilmek.[22]

Bu noktada, Šešić'in, 2003 ve 2010 yılları arasında, Avrupa Kültür Vakfı'nda (ECF), Kültürel Politikaları Araştırma Ödülü'nün yürütücülüğünü üstlendiğini de belirtmekte fayda var; zira Açık Toplum Vakfı, 2013 yılında sanat ve kültür programlarını sonlandırdığına dair yayınladığı bildirisinde, bu tarihten sonra aktivitelerini başka vakıflar ve programlar aracılığıyla devam ettireceğini belirtiyor.[23] Bunların başında, daha önce de ortaklık içinde oldukları Avrupa Kültür Vakfı geliyor. Avrupa Kültür Vakfı'nın başlattığı Balkanlar Sanat ve Kültür Fonu'nun en büyük destekçisi de Açık Toplum Vakfı. Günümüzde de, Avrupa Kültür Vakfı, üç ayrı Soros vakfıyla hem finansal hem de stratejik ortaklık içinde.[24]

Milena Dragićević Šešić, Avrupa Kültür Vakfı yayınlarından çıkan, Sarsıntılı Zamanlarda Sanat Yönetimi kitabının da yazarı. Bu kitapta Šešić, sanat ve sanat yönetiminin, "sarsıntılı zamanlardan geçen" toplumların sosyal sorunlarının çaresi olma potansiyelinden bahsediyor. Šešić'e göre, güçlü sivil toplumların inşa edilmesi sürecinde sanatın oynadığı rol çok önemli. Šešić ayrıca, Soros Çağdaş Sanatlar Merkezleri'ni önemli bir örnek olarak inceliyor ve başarısının zirvesindeki bir kurum olarak tanımlıyor.[25] Ona göre "tam anlamıyla girişimci bir felsefeyi temsil eden" İstanbul Kültür Sanat Vakfı da (İKSV) "sarsıntılı koşullarda son derecede etkili sanat kurumlarının gerçekleştirilebileceğini gösteriyor".[26]

Yine Avrupa Kültür Vakfı’nın yayınladığı Balkanların Avrupa Entegrasyonunda Sanat ve Kültürün Rolü kitabında, Vakıf direktörü Gottfried Wagner, Balkan meselesinin kültürel cephesini değerlendiren nadir kuruluşlardan biri olduğu için Açık Toplum Enstitüsü'ne teşekkür ediyor. Chris Keulemans ise Balkanlar’daki toplumsal meselenin özünde sanat ve kültürün bulunduğunu söylüyor ve Balkanlar’daki sanatçıların kimliklerini ve çevrelerini yeniden keşfetmelerinden ve tanımlamalarından büyük mutluluk duyduğunu belirtiyor. O da, Wagner gibi, Açık Toplum Enstitülerinin, kimlikleri yeniden tanımlama sürecindeki rolünün önemini vurguluyor.[27]

 

Türkiye'de Çağdaş Sanatın Örgütlenmesi ve Açık Toplum

Soros, Balkanlarla birlikte Türkiye'yi de Açık Toplum projesinin bir ayağı olarak görüyor. Nevin Aslı Can'a göre "küreselleştirmenin aşındırdığı ulus-devletlerin yerine bölgesel metropollerin yükselmesi, İstanbul'u, özellikle Balkanlar'da bir çekim merkezi haline getiriyor".[28] Açık Toplum Vakfı, 2011 yılında, kültür odaklı çalışan sivil toplum kuruluşları için Türkiye'yi de kapsayan bir ödenek programı başlatıyor. "Kültür ve Sanat Yoluyla Sivil Toplumun Güçlendirilmesi" adıyla başlatılan programın amacı, yenilikçi sanat girişimlerinin ve alternatif-özerk kültürel altyapıların oluşturulmasını desteklemek. Vakfın yaptığı açıklamaya göre, bu ödenek programı, "azınlıkların kültürel haklarının zayıf olduğu ve açık toplum idealinin oluşmadığı veya zayıf kaldığı bölgelerde eleştirel düşünmeyi teşvik etmeyi ve sosyal eylemleri desteklemeyi amaçlamaktadır."[29] Bunun dışında, Açık Toplum vakıflarının Türkiye'de doğrudan desteklediği sanat ve kültür kuruluşları arasında Salt, Anadolu Kültür ve Depo da bulunmakta.[30]

Avrupa Kültür Vakfı, her yıl, "toplumsal dönüşümün katalizörü" olan sanat ve kültür insanlarına verdiği Princess Margriet Kültür Ödülü’nü, 2011 yılında, Balkan Üçlemesi sergilerinde yer almış Bosnalı sanatçı Šejla Kamerić ile, Türk sanatçı Kutluğ Ataman'a birlikte veriyor. Ödül gecesinde, iki sanatçının da kimliklerini sanat aracılığıyla yeniden tanımlamış olması övgüye layık bulunuyor. Jüriye göre, birisi savaşın yaraladığı Saraybosna’dan, diğeri ise Türkiye'deki askerî rejimin baskılarından kurtularak kendilerini yeniden tanımlıyorlar.[31]

 

4. İstanbul Bienali afişi

 

Türk sanatını Balkanlar’daki oluşumlarla bağlayan bir diğer önemli figür ise küratör René Block'tur.[32] Miško Šuvaković'in "Küratoryal Taktiklerle Kimlik İmalatı" yazısında bahsettiği Balkan Üçlemesi sergisinin küratörlerinden biridir René Block. Yani kimlik imalatında aktif rol almış küratörlerdendir. Block, "Orient/ATION: Paradoksal Bir Dünyada Sanatın Görünümü" temalı 4. İstanbul Bienali'nin küratörlüğünü de üstlenmiş (1995). Bienal'in temasını şöyle açıklıyor:

 

Oryantasyon sözcüğünde benim ilgimi çeken, sözcüğün coğrafi bağlamıdır. “Oriente olmak-yönelmek” sözünün pek çok Avrupa dilinde Orient kökünden türemiş olması bir rastlantı değildir. Yalnızca üzerine hiç düşünmemişiz. Böylelikle ben Batılı olduğunu sandığımız kültürün kökeninin ne kadarının “Orient-Doğu”dan gelmiş olduğuna dikkati çekmekten başka bir şey amaçlamadım. İskenderiye, Kudüs, Bizans, hâlâ 'oriente olduğumuz', bizi yönlendiren üst düzey kültürler. Dolayısıyla Orient/ation, dinamik bir kavram olarak ele alınmıştır.[33]

 

Svetlana Kazalarska, "Yeni Avrupa’nın Sanat Haritasını Çizmek" isimli makalesinde, Doğu Avrupa ve Balkanlar’daki çağdaş sanat dünyasını çevreleyen anlatıları ve küratoryal stratejileri inceliyor. Ona göre, Batı'nın kökenini Doğu'ya dayandıran bu küratoryal tavır, küreselleşme dönemi Doğu Avrupa sanatında sık başvurulan anlatı stratejilerinden biridir. Bu tavrı "post-kolonyalist" olarak nitelendiriyor Kazalarska.[34] Nevin Aslı Can'a göre de, bu oryantasyon temasıyla birlikte Bienal, kaçınılmaz olarak klişeleşmiş İstanbul sembolizmine bürünüyor: "kültürlerin kesişme, dağılma, yönlenme noktası olarak, iki kıtayı birbirine bağlayan bir "köprü" olarak, Doğu-Batı dikotomisinin merkezi olarak İstanbul."[35] Stallabrass'a göre ise, İstanbul Bienali zaten "Türkiye hükümetinin, üyeliğin gerektirdiği seküler ve neoliberal standartlara güçlü uyum sağlandığı konusunda Avrupa Birliği'ne güvence verme çabasının bir parçası".[36]

René Block, 2004 yılında Beral Madra'nın yürütücülüğünde Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği Türkiye Şubesi tarafından İstanbul'da düzenlenen "AB'nin Doğusunda Sanat Eleştirisi ve Küratörlük" çalıştayında da konuşma yapıyor. Block, küratörlüğünü yaptığı Balkan Üçlemesi sergisi hakkında bilgi veriyor ve bu üçlemenin ikinci ayağının Açık Toplum destekli Platform Garanti Çağdaş Sanat Merkezi’nde gerçekleşeceğini söylüyor. Burada da amaç, Block'a göre, Balkanlar ile Ortadoğu arasında bir köprü kurmak.[37] Vasıf Kortun da bu sergiyle ilgili yaptığı açıklamada köprü vurgusunu yineliyor. Kazalarska'ya göre, bu köprü vurgusu da, 1990’lar sonrası Doğu Avrupa sanatının artık klişeleşmiş anlatılarının bir parçası haline gelmiş durumda. Sözde yeni Avrupa kimliğini kültürel anlamda inşa etmek için başvurulan taktiklerden biri.[38]

Bir diğer ilginç yayın ise, Bilgi Üniversitesi Yayınları'nın 2008 yılında yayınladığı Emerging Cultural Continent: Actors and Networks kitabı. Beral Madra, bu kitaba yazdığı yazısında daha önce Açık Toplum’la birlikte çalışmış olduğunu belirtiyor ve Balkanlar’daki Sovyet-sonrası sanatın Türkiye'yi de etkilemiş olduğunu söylüyor. Ona göre neoliberal politikalar Türkiye’de sanatın özerklik kazanmasına yardımcı olmuştur.[39]

Açık Toplum Vakıflarının Türkiye'yi de kapsayan en güncel kültür projelerinden biri de, 2014 yılında Avrupa Kültür Vakfı işbirliğiyle gerçekleştirdikleri "Radikal Demokrasi: Açık Toplum İçin Video Yarışması" projesi. Bu yarışmanın Türkiye'deki organizasyonunu ve etkinliklerini Avrupa Kültür Vakfı’na bağlı Doc Next Network'ün üyesi olan MODE İstanbul üstleniyor. Bu yarışma kapsamında da, Açık Toplum Vakfı, "Açık Toplum Değerlerini" yaymayı amaçladığını ifade ediyor.[40]

 

Ukrayna'nın Yeniden Kimliklendirilmesi ve Açık Toplum

Bugünlerde Açık Toplum Vakfı'nın özellikle ilgilendiği bölge, Ukrayna gibi görünüyor. Vakfın şu an en çok önem verdiği programlardan biri de "Stand With Ukraine" programı.[41] Ukrayna'da geçtiğimiz yıl Maidan hareketiyle başlayan süreç kapsamında Rusya ile Ukrayna arasında ciddi bir savaş sürmekte. Soros da, Ukrayna'nın Rusya hakimiyetinden kurtularak Avrupa'ya yaklaşan açık bir toplum olarak şekillenmesini arzu ediyor. Soros, 16 Ocak 2015'te Ukrayna'ya giderek Açık Toplum Vakfı’nın Ukrayna ayağı olan Uluslararası Rönesans Vakfı'nda yaptığı konuşmada, Ukrayna toplumunun her katmanında reforma ihtiyacı olduğunu belirtiyor ve bu uğurda hükümet dışı organlara her türlü yardımı yapmaya hazır olduğunu söylüyor.[42]

Soros'un, Ukrayna'ya kendi cebinden 1 milyar dolar yardım yapmayı önerdiği günlerde de Açık Toplum tarafından desteklenen Avrupa Kültür Vakfı, daha önce Šejla Kamerić ve Kutluğ Ataman'a verdiği Princess Margriet Ödülü’nü, Ukraynalı bir sanat kolektifi olan Visual Culture Research Center'a verdiğini açıklıyor. Brüksel'de gerçekleştirilen ödül töreninde yaptığı konuşmasında, Princess Margriet Kültür Ödülü Jüri Üyesi ve Anadolu Kültür Yönetim Kurulu Üyesi Rana Zincir Celal, Ukrayna'da yaşanan mücadelenin Avrupa'daki deneyim karşısında ne kadar sembolik ve temsilî olduğunu söylüyor. Celal'e göre Ukrayna'da yaşanan sadece bir mali kriz değil, aynı zamanda bir kimlik krizi. Bir diğer jüri üyesi olan Tate Modern'in direktörü Chris Dercon ise ödül konuşmasında, dayanışma ve ortak zemin aracı olarak kültürün, günümüz ekonomik ve politik çatışmalarına bir alternatif oluşturabileceğini söylüyor.[43]

Visual Culture Research Center'a ödülünü takdim eden küratör Georg Schöllhammer de, ulusaşırı ve çoğulcu kültürel söylemlerin teşvik edilmesi gerektiğinden bahsediyor. Geçtiğimiz yıllarda Salt’ta gerçekleştirilen "Yerelde Modernler" sergisinin de küratörü olan Schöllhammer, hâlâ hazırlıkları sürmekte olan İkinci Kiev Bienali'nin de iki küratöründen biri. Geçtiğimiz haftalarda Bienal’in savaş sebebiyle iptal olduğu söylentilerine Açık Toplum Vakfı desteğiyle kurulan Ukraine Crisis Media Center'da düzenlediği basın toplantısıyla cevap verirken, özellikle savaş dönemlerinde böylesi sanatsal etkinliklerin önemini vurguluyor. Sanatın politik bağlamı dönüştürmedeki rolünün ne kadar asli olduğunu açıklıyor. Bienal’in ortak organizatörlerinden olan, Princess Margriet Ödülü'nün sahibi Visual Culture Research Center ile birlikte, bu bienali gerçekleştirmek konusunda kararlı olduklarını ifade ediyor.[44]

Yine geçtiğimiz haftalarda Avrupa Kültür Vakfı'nın düzenlediği "Çelişkili Bellekler: Kültürel Perspektiften Politik Bir Kriz" toplantısında da Ukrayna'nın içinde bulunduğu durum kültürel bir bakış açısıyla değerlendiriliyor. Visual Culture Research Center Direktörü Vasyl Cherepanyn da bu toplantının katılımcıları arasında. Toplantıda, Liberal Stratejiler Merkezi Direktörü, siyaset bilimci Ivan Krastev de bir konuşma yapıyor. Bu merkez, hem Açık Toplum Vakfı'nın, hem de Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı'nın (TESEV) desteklediği bir sivil toplum kuruluşu. TESEV'in ise Açık Toplum'la bağlantısı biliniyor. Krastev konuşmasında Ukrayna’daki çatışmanın bir kimlik çatışması olduğunu söylüyor ve Ukrayna'daki durumu Yugoslavya'ya benzetiyor. Ukrayna'nın da Balkanlar'daki gibi bir kimlik inşa süreci yaşadığını söylüyor.[45]

Çağdaş sanatı, Ukrayna'nın modernleşmesinin ve toplumsal dönüşümünün aracı olarak gören bir diğer önemli figür ise oligark Viktor Pinçuk. Ukrayna'nın en zengin ikinci adamı olan Pinçuk'un da George Soros ve Açık Toplum vakıflarıyla sağlam bir bağı var. Pinçuk, Soros'u akıl hocası ve dostu olarak görüyor. Açık Toplum Vakfı, Pinçuk'un kendi vakfı olan "Victor Pinchuk Foundation"ın da en önemli destekçilerinden ve ortaklarından biri. Soros'a göre Pinçuk, bulunduğu coğrafyada, "aydınlanmış bir kapitalist" gibi hareket eden nadir insanlardan biri.[46] Pinçuk, Kiev'de kurduğu Pinçuk Sanat Merkezi’ni de kendi vakfının hayırseverlik işlerinden biri olarak görüyor. Ona göre, toplumun ve ülkenin yeniden inşası ve geliştirilmesi için gereken ortamı, çağdaş sanat yaratacaktır.[47] Merkezin, Doğu ile Batı, küreselleşen dünya ile Ukrayna ulusal kimliği arasında bir kültürel diyalog oluşturması amaçlanıyor.[48] Pinçuk, Financial Times'dan Chrystia Freeland ile yaptığı röportajda, "çağdaş sanat toplumu modernleştirmeme yardımcı olacak," diyor. Freeland'a göre, Pinçuk'un yeni bir Ukrayna ulusal kimliği yaratmaya olan bağlılığı açık.[49]

Niklas Maak'a göre ise Pinçuk, "tek bir hamlede, sadece sanatı değil, kamu kurumlarının yöneticilerinden eleştirmenlere ve küratörlere kadar, içindeki tüm temsilcileriyle birlikte koca bir sistemi satın alan, büyük servet sahibi sanat koleksiyoncusu" tipini canlandırıyor. Yani Pinçuk yalnızca sanat koleksiyonu yapmakla kalmıyor, sanatı ve sanatı çevreleyen sistemleri kendi istediği doğrultuda dönüştürüyor.[50]

Pinçuk, devam etmekte olan 2015 Venedik Bienali'ndeki Ukrayna Pavyonu'nun da hamiliğini üstlenmiş durumda. Daha önce 2007 ve 2009'da Ukrayna Pavyonu'nun hamiliğini yapmış olan Pinçuk, Bienal’de Ukraynalı sanatçıların ürettiği işlerle de yakından ilgileniyor. Bienalde üretilen işlerin Maidan hareketi sonrası ülkenin içinde bulunduğu karmaşık politik duruma referans vermesi gerektiğini ifade ediyor Pinçuk; ancak "Rusya karşıtı" işler üretmemeleri konusunda da sanatçıları uyarıyor.[51] Pinçuk Sanat Merkezi'nin ve bu yılki Ukrayna Pavyonu'nun küratörü olan Björn Geldhof ise, sanatçıların ürettiği işlerde "partizanca olmayan eleştirel bir tavra" özellikle dikkat ettiklerini söylüyor. Geldhof, Bienal’de işleri sergilenecek sanatçıların, siyasi bir aktivizm geçmişi olan ve Ukrayna'da bir sivil toplum oluşturmaya kendisini adamış sanatçılar arasından seçildiğini belirtiyor.[52]

 



[1] Hito Steyerl, “Sanatın Politikası ve Post-Demokrasiye Geçiş”, (ed.) Ali Artun, Çağdaş Sanat Nedir? (İletişim Yayınları, 2013); http://www.e-skop.com/skopbulten/sanatin-politikasi-cagdas-sanat-ve-post-demokrasiye-gecis/1433

[2] Irmgard Emmelhainz, “Sanat ve Kültürel Dönemeç: Özerk Sanatın ve Dava Sanatının Sonu mu?”, (ed.) Ali Artun, Çağdaş Sanat ve Kültüralizm (İletişim Yayınları, 2013); http://www.e-skop.com/skopbulten/sanat-ve-kulturel-donemec-ozerk-sanat-ve-dava-sanatinin-sonu-mu/1194

[3] A.g.e.

[4] Julian Stallabrass, Sanat A.Ş.: Çağdaş Sanat ve Bienaller, çev. Esin Soğancılar (İletişim Yayınları, 2009).

[5] Slavoj Žižek, “Çokkültürcülük, ya da Çokuluslu Kapitalizmin Kültürel Mantığı”, (ed.) Ali Artun, Çağdaş Sanat ve Kültüralizm (İletişim Yayınları, 2013); http://www.e-skop.com/skopdergi/cokkulturculuk-ya-da-cokuluslu-kapitalizmin-kulturel-mantigi/941

[6] Julian Stallabrass, Sanat A.Ş.: Çağdaş Sanat ve Bienaller.

[9] Karl Popper, The Open Society and Its Enemies (Routledge Classics, 2011).

[10] Octavian Esanu, Transition in Post-Soviet Art: “Collective Actions” Before and After 1989, Doktora Tezi, (Department of Art, Art History & Visual Studies Duke University, 2009).

[11] Octavian Esanu, “Çağdaş Sanat Aslında Neydi? Neoliberal Dönemde Çağdaş Sanatın Örgütlenmesi ve Soros Çağdaş Sanat Merkezleri”, (ed.) Ali Artun, Çağdaş Sanat Nedir? (İletişim Yayınları, 2013); http://www.e-skop.com/skopbulten/neoliberal-donemde-cagdas-sanatin-orgutlenmesi-iiiv-soros-cagdas-sanat-merkezleri/1496

[12] A.g.e.

[13] Miško Šuvaković, Ideology of Exhibition: On the Ideologies of Manifesta, (PlatformaSCCA, Center for Contemporary Arts-Ljubljana, 2002)

[18] A.g.e.

[19] A.g.e.

[20] A.g.e.

[21] Robert Alagjosovski, Barbara Borcic, Urska Jurman, What Is To Be Done with "Balkan Art?, No.4 (PlatformaSCCA, Center for Contemporary Arts-Ljubljana, 2005).

[22] Building Open Society In the Western Balkans, (Open Society Foundations, 2011).

[25] Marina Dragicevic Sesic, Sanjin Dragojevic, Arts management in turbulent times, Adaptable Quality Management (European Cultural Foundation, 2005).

[26] A.g.e., s.152.

[27] Heart of the Matter, Role of the Arts and Culture in the Balkans’ European Integration (European Cultural Foundation).

[28] Nevin Aslı Can, “René Block ve 1990 Sonrası Türkiye Çağdaş Sanat Ortamında Otorite ve Dil Kurguları”: Skop Dergi Sayı 1, http://www.e-skop.com/skopdergi/ren%C3%A9-block-ve-1990-sonrasi-turkiye-cagdas-sanat-ortaminda-otorite-ve-dil-kurgulari/414

[31] 2011 ECF Princess Margriet Award Publication (European Cultural Foundation, 2011)

[32] René Block 1990'lardan başlayarak Türkiye'de çağdaş sanat ortamının başlıca otoritelerinden biri haline gelmiştir. İstanbul bienallerinin yönetimindeki etkisinin dışında, 2007-2011 yılları arasında, Yapı Kredi Galerisi'nde düzenlenen çağdaş sanat sergilerini düzenlemiş ve bu sergileri kaynak alan Türkiye'de Çağdaş Sanat monografilerinin editörlüğünü yapmıştır. Vehbi Koç Vakfı çağdaş sanat koleksiyonunun oluşmasında önemli bir rolü olmuştur. Bu vakfa bağlı olarak kurulan Arter Sanat Alanı, Block'un küratörlüğünde düzenlenen "Starter" sergisiyle açılmıştır. Ayrıca, gene Vehbi Koç Vakfı'yla işbirliği içinde, kendi sahibi olduğu Block Editions yönetiminde, Berlin'de Tanas-Çağdaş Türk Sanatı Galerisi'ni açmıştır (2007-2011).

[33] Nevin Aslı Can, “René Block ve 1990 Sonrası Türkiye Çağdaş Sanat Ortamında Otorite ve Dil Kurguları”: Skop Dergi Sayı 1, http://www.e-skop.com/skopdergi/ren%C3%A9-block-ve-1990-sonrasi-turkiye-cagdas-sanat-ortaminda-otorite-ve-dil-kurgulari/414

[34] Svetlana Kazalarska, “Re-drawing the Art Map of ‘New Europe’”,  (ed.) Odile Chenal, Bas Snelders, (European Cultural Foundation, 2012).

[36] Stallabrass, Sanat A.Ş.

[37] Beral Madra, AB'nin Doğusunda Sanat Eleştirisi ve Küratörlük (AICA, 2004)

[38] Kazalarska, “Re-drawing the Art Map of ‘New Europe’”.

[39] Serhan Ada, Deniz Ünsal, Emerging Cultural Continent: Actors and Networks (Istanbul Bilgi University Press, 2008).

[44] "Kiev Biennial finds a new venue and international support" http://www.theartnewspaper.com/news/news/155164/

Ukraine Crisis Media Center, kendi ifadesiyle, Rus propagandası nedeniyle oluşan bilgi kirliliğini sonlandırmayı ve Ukrayna'daki krizle ilgili "tarafsız" bilgileri yaymayı amaçlayan bir kuruluştur. Bu merkezin kurucuları arasında Açık Toplum vakıflarının Ukrayna ayağı olan "Uluslararası Rönesans" Vakfı da bulunmaktadır.

[46] Landon Thomas Jr., “Can the New Rich Buy Respect? One Ukrainian Oligarch Is Trying”, http://www.nytimes.com/2008/08/08/business/worldbusiness/08oligarch.html?pagewanted=all&_r=0

[49] Chrystia Freeland, “Supper with the FT: Victor Pinchuk”, http://www.ft.com/cms/s/0/01d6f19c-e515-11de-9a25-00144feab49a.html

[50] Niklas Maak, “Pinault ile Pinçuk Arasında: Yeni Ulusötesi Koleksiyoncular Ağı ve Ritüelleri”, http://www.e-skop.com/skopbulten/cagdas-muzemani-pinault-ile-pincuk-arasinda-yeni-ulusotesi-koleksiyoncular-agi-ve-rituelleri/446

[51] Farah Nayeri, “Venice Biennale Pavilions for Iraq, Ukraine and Syria Reflect Strife at Home”, http://nyti.ms/1APKCqi

[52] "The Venice Questionnaire 2015 #27: Bjorn Geldhof" http://artreview.com/previews/2015_venice_26_bjorn_geldhof/

çağdaş sanat, oligarklar, Viktor Pinçuk, Soros