TÜYAP Artist Sanat Fuarı her yıl inisiyatiflere ve proje sergilerine alan desteği sağlayarak, belirli bir konsepte sahip, geniş ölçekli sunumların gerçekleştirilmesine zemin oluşturuyor. Bu yıl da TÜYAP Fuar Alanı’nın 7. holündeki bir alanda Ali Şimşek küratörlüğünde “Müdahale Var mı?” başlıklı bir proje sergisi gerçekleştirildi. Altmış civarı sanatçının yer aldığı sergi, Gezi Parkı Direnişi’nin yaratmış olduğu auradan hareketle dayanışma, kamusallık, politika ve sanat arasındaki ilişkileri sorgulayan çalışmalar ve fuar açık kaldığı süredeki haftasonlarında düzenlenen –birisine benim de katıldığım– panellerle desteklendi. Sergi aynı zamanda bir sanatçının yapıtı hakkında bir vatandaşın suç duyurusunda bulunması üzerine, farklı bir tartışmaya kapı aralayarak sona erdi. Bundan da bahsedeceğim. Ama öncelikle sergiyi genel olarak değerlendirmek gerek.
Sergideki çalışmaları birkaç gruba ayırmak mümkün: Dokümanter reflekse sahip ya da böyle bir saikle üretilen fotoğraf baskıları, konseptle ilişkilendirilebilecek çizimler, desenler, fotoğraflar ya da etkileşimli işler, ya da konsepti doğrudan içermeyen resimler ya da diğer üretimler. Çalışmaların hepsinin aynı yetkinlikte olduğunu söylemek mümkün değil. Bu kadar geniş bir sergi düşünüldüğünde, eserlerin tümünü analiz etmek zor, ama Gezi Parkı Direnişi’nin sembollerinin tuvallere aktarımının sorunlu olduğu açık. Halim Çeliker, Osman Nuri İyem, Işıl Arısoy, Murat Ilgın ya da Gülercan Hacıoğlu gibi isimlerin tuvallerinde cisimleşen gaz maskeleri, gözaltına alınanlar, direnişçiler/kitleler, zaten fotoğraflanan ya da grafik tasarımları direniş süresince internete düşen ve paylaşılan imgelerin bir tekrarı gibi görünüyor. Bu da TC tarihinin en büyük kitlesel hareketinin imgesel ya da metinsel üretimlerinin totolojisini üretmek dışında bir işe yaramıyor. Gezi Parkı Direnişi, bienallerin, fuarların ve buralarda yer alan sanatçıların, kamusal alan, siyaset ve sanat, kentsel dönüşüm gibi konularda sermayenin desteğiyle rahatlıkla ve canları sıkılmadan gerçekleştirebilecekleri bir etkinliğin sokaktaki reel haliydi. İnternette paylaşılan metin ve imgeler de bu direnişin enformatif, mizahi ya da propaganda ayağı olarak görülebilir. Bunun tekrar imgesinin üretilmesini bir de bu açıdan değerlendirmek gerek.
Sergide, dokümanter refleksle üretilen fotoğraf baskıları içerisinde görselliği ön plana alan Denizhan Özer’in fotoğraflarının; kitlesel gösterilerin geniş görüntülerini sunan Murat Germen ve Alpay Tuğlu’nun, mizahi bir içeriği yansıtarak direnişin günlük sosyolojisinin bir kesitini işaret eden Bedia Dipşo’nun ve kente, tarihe dair herhangi bir konuyu çağdaş sanatta fazlasıyla bıktırıcı olan ironi kullanımının tam aksi biçimiyle sunan Defter Kazıyıcılar Kooperatifi’nin ön planda olduğunu söyleyebilirim. Nazım Serhat Fırat’ın duran adamı da hayli yaratıcı bir ifadeye sahip.
Sergideki videolar arasında Barış Mengütay’ın “Bizim Oğlan”ı, Nova Kozmikova’nın “Tears on Pillow” ve “Flag”i, Harun Töle’nin “Dilek”i dikkat çekenler arasındaydı. Komet ve Şükran Moral gibi iki yetkin sanatçının işlerininse böyle bir etkiye sahip olmadığı görüldü. Moral’ın Gezi Parkı Direnişi esnasında yapıldığında da sıkıntılı bulduğum performansının videosunu izlemek bende yine aynı etkiyi bıraktı. Direniş süresince insanlar hayatını kaybetti, binlerce kişi yaralandı ve gözaltına alındı. Buradan hareketle bedene zarar verme performansının sıkıntısı bir yana, direnişte daha fazla bedensel güç ihtiyacı vurgulanırken, bedene zarar vermek bir o kadar anlamsız. Komet’in John Cage eşliğinde maskeleri kırdığı videosunun ise, Fluxus’vari bir doğrudan anlatımı hedeflemesine rağmen, içerdiği sembolizmden ötürü sadelik, basitlik ve doğrudanlık ilkelerine uymadığı düşünülebilir.
Kolaj çalışmasıyla Rafet Arslan, Erim Bikkul, A-yo’nun tek-biçimli satranç tahtalarının bir replikası gibi dursa da Deniz Pireci’nin satranç tahtası, diğer işlerden farklılaşan üretimler arasında. Bu arada yeri gelmişken heykellere de değinelim: Sergide yer alan heykeller, işçilikleri, ifadeci unsurları ve nihai halleriyle çoğu tuvalden daha iyiydi. Ahmet Aydın Atmaca, Erim Bayrı, Orhan İlyas, Şahin Domin ustalıklı işlerle sergide yer aldılar. Tabiri caizse bazı tuvallerdeki grafik dilin doğrudanlığını, ortaya çıkan illüstratif görselliği dengelediklerini söyleyebilirim. Tuvallere baktığımızda Resul Aytemur’un 1 Mayıs yürüyüşünü anıtsal bir yaklaşımla görselleştirmesi oldukça etkileyiciydi. Ama bunun gibi birkaç örnek dışında sergi konseptiyle alakalı olmayan çok fazla çalışma vardı ve bunlar duvarlardaki boşlukları doldurur gibi duruyorlardı.
Resul Aytemur, Kargaşa serisi, 1 Mayıs 2010
Önde Ahmet Aydın Atmaca’nın heykelleri, arka planda Denizhan Özer’in fotoğraf serisi
Gelelim serginin gündeme gelme biçimine. Öyle ya, ana-akım ya da değil, bazen medyada görünür olmanız, açılan sergiler yoluyla değil de, sergiyle dolaylı ilişkisi olan bir olay üzerinden mümkün olabiliyor. Nova Kozmikova’nın sergide yer alan “Akıyordu!” isimli çalışması serginin herkesçe bilinir hale gelmesine neden oldu. Öncelikle çalışmayı tarif edeyim: Recep Tayyip Erdoğan’ın fotoğrafı üzerinde bir manipülasyona dayanan çalışma, Başbakan’ın kulaklarından, gözlerinden, ağzı ve burnundan akan petrol ya da kirli bir sıvı görüntüsünün aplike edilmesiyle oluşturulmuş. Sanatçının temayla ilgili ifadelerini aktaralım: “Başbakan’ın söylediği onca zırvalığın bir yerlerinden taştığını görmeyi (elbette simgesel bile olsa) herkes istiyordu”.[1]
Nova Kozmikova, Akıyordu!
Çalışma ve ortaya çıkan sergileme pratiği ve hukuki duruma geçmeden önce sergiyle ilgili yargımı belirterek devam edeyim. Öncelikle serginin genelinde ortalamanın altında bir görsel sunum olduğunu söylemek gerek. Hızlı kotarılan ve işlerden ziyade isimlere dayalı olarak oluşturulan bu inisiyatif sergisi –ve bunun gibi diğer birçok sergi–, görsel sunum üzerine düşünmek için gereken vaktin olmaması nedeniyle vasat sergiler olarak kalıyor. Türkiye son dakika gollerinin ülkesi olduğu için, sergilerde yer alacak işlerin, sunumların son ana kadar belli ol(a)maması maalesef bu tarz etkinliklerin niteliğini olumsuz etkiliyor. Böylece aslında başka türlü asla biraraya gelmesi mümkün olmayacak çalışmalar bir pota içerisine alınmış oluyor.
Fakat TÜYAP Sanat Fuarı’nın her etkinliğinde alternatif projelere ve inisiyatiflere merkezi bir alan ayırmasının önemli olduğunu da eklemek gerekiyor. Diğer ticari fuarlarda olduğu gibi, inisiyatifleri “Bunlar da bizim yaramaz çocuklarımız” dercesine fuarın en görünmeyecek yerlerine havale ederek, dostlar alışverişte görsün kabilinden içermek yerine, TÜYAP bu tarz sergileri görünür kılma açısından önemli bir konum arz ediyor. Ayrıca galeri-dışı sistemlerde var olmaya çalışarak direnen sanatçılar ya da genç sanatçılar ve/veya sanatçı adayları için TÜYAP görünürlük deneyimini yaşatma açısından fazlasıyla işlevsel. Yok edilmesindense, ayakta kalmasının önemli olduğu belirtilmeli. Eğer aylar öncesinden çalışılırsa ve gerekli imkânlar, şartlar ve sergileme projeleri geliştirilir, TÜYAP da buna azami desteği sağlarsa oldukça etkili sergilerin gelecekte de yapılabileceğini görebiliriz.
Nova Kozmikova’nın işine gelince: Görsel sunumu oldukça basit ve sanatın estetik ileti dilinin niteliklerini (metafor kullanımı gibi) fazlasıyla es geçen bir çalışma. Bu haliyle belki çoğu sergiye kabul edilmeyebilir de. Siz yine Başbakanı ya da başka bir politik figürü hicvedebilirsiniz, ama işinizin belirli deneysel nitelikleri de taşıması beklenir. Yoksa Nova Kozmikova’nın kolajı üzerinden neden bu kadar yaygara kopuyor, anlamakta güçlük çekilebilir. Zira Gezi Parkı Direnişi esnasında Başbakan, Cumhurbaşkanı, politik liderler, bakanlar ve valiler üzerinden onlarca farklı ve eleştirel grafik tasarım oluşturuldu ve bunlar sosyal paylaşım siteleri üzerinden kamuda görünür kılındı. Bunca yaygaranın tek sebebi, çalışmanın TÜYAP’ta bir sergide sunulması ve reel fiziki ortamda sergilenmesi mi?
Yapıt Başbakanın “kişilik haklarına saygısızlık” şikâyeti üzerine, anladığım kadarıyla, 9 Kasım tarihinde sergiden kaldırıldı. Ali Şimşek’le yaptığım görüşmede, ilgili şikâyetin ve yapıtın kaldırılmasının hemen ardından kendisinin ve sanatçıların çoğunluğunun ortak kararıyla sergideki yapıtların üzerlerinin siyah çöp poşetleriyle kapatıldığını ya da yasak işareti olarak bazılarının üzerlerine –yine çöp poşetleriyle– çarpı işareti konulduğunu söyledi. Sergi bilgilendirmesi olarak da Nova Kozmikova’nın işiyle ilgili “açılan soruşturmayı protesto için bütün yapıtları ters çeviriyoruz” ibaresi konulmuş ve serginin adı “Kesin Bilgi: Müdahale Var!” olarak değiştirilmişti. Böylece Nova Kozmikova’nın işi kaldırılarak o duvar boş bırakılırken, diğer yapıtlar da karartılmış oldu.
Cumhuriyet gazetesinde yapıtın “savcılık kararıyla” kaldırıldığından bahsedilirken,[2] Milliyet’te yazan Ayşegül Sönmez şu satırları kaleme aldı: “Herhangi bir yapıtla ilgili herhangi bir vatandaşın suç duyurusunda bulunması, o yapıta müdahale edilmesi anlamını taşımaz. O yapıtın hukuki olarak sergiden kaldırılması anlamına da gelmez. Savcılık önce ona gelen suç duyurusunu değerlendirir. Ardından gerek duyarsa, ortada bir suç olduğu kanaatine varırsa, bir iddianame hazırlar. Bu iddianameyi hazırlarken objektif nedenlerden yola çıkar; bu arada vakit geçer, muhtemelen sergi de biter. Dolayısıyla bir vatandaşın adliyeye gitmesiyle herhangi bir iş gösterimden alıkonamaz.”[3] Ardından Ali Şimşek de Ayşegül Sönmez’in kurucusu olduğu “sanatatak” dergisindeki yazı dizisine, Sönmez'in yazısına cevap vererek son verdi. Yazısında meselenin sadece bir vatandaşın şikâyetinden ibaret olmadığını hatırlatarak, olayın detaylarını şöyle aktardı: “Yeni Akit ve diğer İslamcı sitelerin üç gün boyunca sürdürdükleri, benim yakışıklı fotoğrafımı da göstererek hedef gösterici haberleriyle ivmelenen bir şikâyetle benim ve TÜYAP Genel Müdür Yardımcısı Ümit İyem'in bir baş komiser ve iki sivil polis eşliğinde Büyük Çekmece Karakolu’na giderek iki saati orada geçirmemizdir. İki gün boyunca sergi alanında dolaşan ve sorumlu polise hiç değinmiyorum.”[4]
Ali Şimşek savcılıkta “Bu bir sanat yapıtı, küratör olarak sanatsal özgürlükler çerçevesinde sanata müdahale etmeye hiç hakkım yok” şeklinde bilgi verdiğini aktardı.[5] Ama yapıtın hangi kararla, hangi gerekçeyle ve kim tarafından kaldırıldığını öğrenmek için farklı mecralarda sorulan soruların cevabının net olmaması tartışmaları biraz alevlendirdi. Durum şu ki; sergiye alınan bir yapıtın, hukuki bir müdahaleyle olsun ya da olmasın, sergiden kaldırılması “sansür” kapsamına girer. Bu olgunun Ali Şimşek ve TÜYAP Yönetimi’ne sanat tarihinden örnekler verilerek anlatılması gerekirdi diye düşünüyorum. Bunun ardından belki yapıtları çekmek yerine –ki yapıt çekme, İstanbul Modern’deki sansür tartışmasının ardından, fazlasıyla moda oldu, ve her zaman etkili bir eylem olmadığı düşünülebilir– kolektif bir biçimde bütün sanatçılar ve organizasyon belki de kalan iki günü TÜYAP’ta geçirerek işi koruyabilirdi. Ya da başka bir yöntem bulunulabilirdi, bu sadece akla gelen ilk eylem örneği. Bir söylem birliğine gidilemediği, bu yüzden bazı sanatçıların –bildiğim kadarıyla Fulya Çalışkan ve Neriman Polat– yapıtlarını çektiği, diğerlerinin de ortak kararla yapıtları kapattığı görülüyor. Her ikisinin de etkisiz ve geçersiz olduğu açık. Ayşegül Sönmez’e bu noktada katılmak mümkün. Çalışmaların hukuki bir süreç nihayetlenmeden kapatılması, süreci meşrulaştırmıştır.
Fakat tüm yükü Ali Şimşek’in –ya da diğer sergilerde görüldüğü gibi bir küratörün ya da temsilcinin, yöneticinin vb.– omuzlarına bırakarak, kenarda beklemek ya da sessiz kalmak da etik bir reaksiyon değil. Etikle ilgili bir dert yoksa, o başka tabii. Provokatif, spekülatif işler üretip, ardından bunlar sergilendiğinde ilgili alanda reel olarak var olmamak ve böylece sorumluluğu başkasına yüklemek hiç anlamlı bir görüntü vermiyor. Nova Kozmikova’nın orada bulunup bulunmadığını bilmiyorum, ama kastettiğim kendisi değil ve onu tartışmıyorum. Argümanım, böyle sergilerde tüm projenin böyle bir kolektivite göstermesi gerekliliği, çünkü bu bir fuar standı, beyaz küp içerisinde steril bir sergi değil; başlığıyla, çok yetersiz olsa da söylemiyle ve işleriyle “kolektif bir proje” sergisidir.
Hukuki süreç için şimdi savcılık kararını beklemek gerekecek. Bu bağlamda Nova Kozmikova’nın, Ali Şimşek’in ve TÜYAP Genel Müdür Yardımcısı Ümit İyem’in yanında durulmalı. Öte yandan sergileme pratikleri ve refleksleri, ayrıca organizasyon yapısı içinde küratör, sanatçı, yönetici vb. içerisinde sorumluluk paylaşımı ve direnci üzerine fazlasıyla düşünülmeli. Sanatın, sanatçının ve sanat nesnesinin yanı sıra iktidarlar ve kurumlar üzerine yeterli sorgulama kanallarının açılması gerekiyor. Bu yapılırken sanat dünyası içerisindeki ayrışmaların faydalı değil, zararlı olduğu düşünülmeli. Zira İstanbul Modern’deki sansür krizinde, İstanbul Bienali protestolarında vb. amaçlanan, sanat sisteminin daha şeffaf, çoğulcu, özgür ve demokratik bir biçimde işlemesi arzusu olarak görünmekteydi. Yoksa, belki bazı istisnalar dışında, protesto bildirilerine imza atanların “müzeler yıkılsın, kütüphaneler yakılsın” kabilinden bir fütüristik manifesto düşüncesi geliştirdikleri düşünülmemeli. Eğer böyleyse tüm bu şeffaflık, özgürlük, çoğulculuk ve demokrasi arayışı sürecindeki bireysel tartışmalar ve hedef göstermeler, olayın kendisinin eksenden kaymasına neden olur ki, istediğimiz gerçekten tam olarak bu mu?
* Yazının başlığı, Gezi Parkı Direnişi esnasında yapılan yazılama sloganlardan biridir.
[1] Cumhuriyet, 13 Kasım 2013.
[2] Cumhuriyet, 13 Kasım 2013.
[3] Milliyet, 13 Kasım 2013.
[4] Sanatatak, 13 Kasım 2013.
[5] Radikal, 8 Kasım 2013.